5 Aralık 2011 Pazartesi

Feysbuk kullanıcılarının genel itibarla koyun olması


- bir arkadaş tarafından 6 Aralık 2010 Pazartesi, 03:11 tarihinde kaleme alınmıştır. - 

Evet sevgili okurlarım, son zamanlarda dikkatimi en çok çeken hususlardan birisi...


Sabah uyanıyorum. yeni güne başlamanın ve az sonra okula gidecek olmanın tatlı telaşı var üzerimde. yine derslere gireceğim, yine ilim öğreneceğim diye mutluyum. öğretmenlerim ne kadar da iyiler, beni eğitmeye çalışıyorlar. üstelik hiç bir karşılık beklemeden... arkadaşlarım ne kadar sevecen ve dostperver. ben ise onlara müteşekkirim. bunları düşünerek kalkıyorum yataktan. kahvaltı ve tuvalet gibi her gün yapmak zorunda olduğum eylemleri güleryüzle tamamlıyor ve etrafa neşe saçıyorum. derken, feysbuka giriyorum ve bu sefer kızların garip iletileriyle karşılaşıyorum. "siyah"lar, "kırmızı"lar gırla gidiyor. "dantelli"ye takılıyor gözüm... ve bu, önünü alamayacak kadar fazlalaşıyor. haddinden fazla renkli bir profile sahip oluyorum. daha sonra öğreniyorum ki, tüm kızlara bir direktif gelmiş. ve büyük bir çoğunluğu buna itaat etmiş. üstüne gülüşmüşler, kendilerini çok gizli bir görevin parçası gibi hissediyorlar.

 ***

Yine başka bir gün ve yine yüzümde o hayata karşı takındığım hafif tebessümüm. şükretmeyi bilen bir looser edasıyla eve dönüyorum. kuşlar ötüyor, ne de güzel ötüyor. "sallanan ağacın yaprakları mı rüzgarı oluşturuyor, yoksa rüzgardan dolayı mı sallanıyor dallar" diye düşünüp tekrar sırıtıyorum. sanırım biraz yavşak bir tipim, kabul ediyorum ve yine gülüyorum. ama kahkaha değil, "olsun" diyen bir hasta nasıl gülümserse ben de öyle gülüyorum. hayat binamın vazgeçilmez bir tuğlası, hayat çatımın vazgeçilmez bir kiremidi, hayat tostumun vazgeçilmez sucuğu, hayat suyumun vazgeçilmez hidrojeni olmayı başarmış olan feysbuğa girdim. yine bir takım çok önemli işler çevirdiğini sanan insanlar "odamda", "masamda"sıyla nasıl da göz dolduruyorlardı. yine yüzlerce insan bir çobanın izinden gidiyor, film farklı ama roller aynı oluyordu. ve hayatımız aynı sıradanlığında, yüzümdeki gülümseme aynı gülümsemeydi. ben yine Misbah'dım ve hâla uyurken ağzımdan salya akıtıyor, yere düşmüş kalemi ayak parmaklarımla alıyordum. Zeynep Kanbaş iletisine "sandalyemin üstünde" yazmadan önce suyu kaç yudumda içiyorsam, yine o kadar yudumda bitiriyordum. hayatımda tek değişen şey duvarda asılı olan takvim yaprağının üzerindeki sayı, ve o yaprağın arkasındaki "bugün doğan çocuklar için isimler, kız: Necmiye, erkek:Necmi" bölümüydü. zaten orda da hep erkek isminin sonuna -ye ekleyip kız ismi yapıyorlar, kimse dikkatimden kaçtığını sanmasın. yıllardır durumun farkındayım ve susuyorum, gülümsüyorum. neyse okurlarım, konu dağılmasın. bu konu gerekirse başka bir başlıkta incelenir, şimdilik tekrar konumuza dönelim.


Bugün feysbuktayım. ve herkes profil resmine çizgi film karakteri resmi koyuyor. anlaşılan emir yine gizli servisten. ve kendini çok önemli bir misyonun kilit noktasında hisseden her duyarlı feysbuk kullanıcısı, üzerine düşeni hakkıyla yerine getiriyor. ben gülümsüyorum. ve eminim her bir kişi profil resmini pikaçu yaptıkça bir tecavüzcü "napıyorum lan ben???" diyecek. küçük civciv tweety her bir profili süslediğinde, bir çocuk istismarcısı daha dumura uğrayacak. 




Böyle düşünerek profil resmime en sevdiğim çizgi film karakteri olan tom ve jerry'deki tom'un sahibinin resmini koydum. ev arkadaşım burak yanıma geldi ve ne yaptığımı sordu. olayı özetleyerek onu da bilinçlendirdim ve onun da bunu yapmasını istediğimi söyledim. "çocuk istismarcılarına dur diyoruz, onlar da bu resimlerle akıllanacaklar" dedim. "yani şimdi profil resmimize çizgi film karakteri resmi koyuyoruz, ve böylece çocuk istismarcılarına darbe vuruyoruz, öyle mi?" dedi. "aynen öyle burak'cım" dedim gülümseyerek. kulağıma eğildi ve, "sakın istismarcılar"tiviti de iyiymiş.","miki mausun da gideri varmış, tam 11-12 yaşındakiler gibi" demesinler? tıpkı çamaşır renklerinin yazılmasıyla bazı erkeklerin hayal dünyaları renklendiği gibi... " diye fısıldadı. gülümsedim.



- bir arkadaş tarafından 6 Aralık 2010 Pazartesi, 03:11 tarihinde kaleme alınmıştır. - 

24 Kasım 2011 Perşembe

"Uyandım"la Bitmeyen Bir Hikaye - 3


   part 3:   sır perdesinin arasından uzatılan kafa


Geçmiş Bölüm Özetleri: 


Ethem Savaş ve Necmi Şimşek ile yaptığımız kısa süreli hasbihâl, Serhat Demirbaş'ın odaya elinde tepsiyle girmesiyle duraksadı. Peşinden Oytun Türk eve getirdiğimiz ucuz baklavaları servis etti. Çay içip baklava yerken odayı gözlerimle iyice taradım. Bi takım gariplikler gözüme çarpıyordu. Mesela balkon kapısının yanında bir koli büyük pil vardı. Yıllar öncesinden kalma bir ibm bilgisayar açık vaziyetteydi. Siyah ekranında sürekli beyaz yazılar kayıyor, ara sıra bip sesi geliyordu. Ibm bilgisayarın bu pillerle çalıştığını tabii ki düşünmüyordum.

"Oytuncum, maaşallah ortamınız şenmiş. Bak hocalarımız falan var. Piller var. Napıyosunuz burda? bir gün nasıl geçiyor eheh.." şeklinde ufaktan bir "dökülsenize oğlum neler dönüyo!?" mesajı verdim. "noolsun yaa senden naber?" cevabı ise duymak istediğim en son cevaptı, ama duydum. Baktım hocaların yanında olmıyacak, "serhat kardeş bana lavaboyu gösterebilir misin" dedim. "tabii kardeş" dedi. birlikte kalktık. Arif, "ben de geleyim" dedi. Gökhan "ben de bi su içeyim yaa baklava içimi yaktı. mutfak nerde oytun?" dedi. Oytun "göstereyim abi gel" diyince, topluca bir odayı terkediş, mini bir toplantı yaşandı.

Beklenen çıkış Arif'ten geldi tuvaletin önünde. "Beyler, anlatıyor musunuz olayı?" Oytun ise lütfen sakin olmamızı, bizim burada ne işimiz var anlamadığını, evi nasıl bulabildiğimize ise hayatta inanamadığını, evet bir takım olayların döndüğünü ve bunları aslında bize anlatmalarının mümkün olmadığını, ama madem eve kadar gelmişiz artık saklamanın yersiz olduğunu ve biraz daha oturduktan sonra herşeyi bize göstereceğini bir bir söyledi. Bu sırada Necmi hoca yanımıza gelince, Gökhan uyarı niteliğinde öksürdü. Serhat, "bizden bizden, rahat olun" dedi. Fakat Necmi hocanın "bizden" olması ne demek oluyordu? "Şimdi gelin içeri geçelim teker teker" dedi, galiba birazdan şov başlıyordu...

Yaklaşık bir on beş dakika kadar daha içeride muhabbet ettik. Ethem hoca "ben de bir ufak su dökeyim" diyip kalktığı anda, Oytun yerinden fırlayıp arkasına geçti. Tam Ethem Savaş odadan çıkacakken, eliyle kalçasına narince bastırarak "Ethem Savaş shut down!" diye bağırdı. Ethem Bey bayılır gibi Oytun'un kollarına yığıldı. Oytun da sürükleyerek getirdi ve odanın ortasında yere serdi dekanı. Şaşkın gözlerle izliyorduk. Oytun dekanın g.tünü elledi, dekan yerde, necmi "oynayın" dercesine sessiz...

"Artık öğrenmenizin vakti geldi," dedi Oytun ve ekledi, "İnanmıycaksınız ama, Ethem Savaş, yani mezun olduğunuz okulun hali hazırdaki dekanı, insan değil."

- İnsan olmadığı belliydi, dedi Arif.

"Bir robot."

Gökhan Yıldırır, "Ethem Savaş'ın aslında insan olmadığını ve bir robot olduğunu mu söylüyorsun sen şimdi?" dedi. Oytun tebessümle karşılık verdi. Yerde yatmakta olan dekanın kemerini çözmeye başladı. Sonra düğmeyi ve fermuarı açtı. Hocayı yerde döndürüp ters çevirdi. Kumaş pantolonu üstten tutup indirmeye başladı. "Aman Oytun, yapma" dedim titrek sesle. bana baktı ve güldü. "inanmıyorsunuz di mi robot olduğuna?" dedi. Pantolonun altında don yoktu ve g.t kılsızdı. "Tornavidayı getir Serhaat, yıldız olsun." diye seslendi Oytun. Arif, "ben sokabilir miyim?" dedi. Oytun bir kahkaha attı ve "ne sokması abi, yanlış anladınız" dedi. Serhat tornavidayı getirince, Oytun hocanın g.tün sol lobunun 4 yerindeki vidaları söktü. Kapak açıldı...

Ethem Savaş, 6 büyük pille çalışan bir robotmuş.



"Fakat bir sorum olacak Oytun.. Ethem Savaş, kim tarafından ve hangi amaçla hazırlanmış bir robot?" dedim.
"Anlatayım mı patron?" diye Necmi Şimşek'e sordu Oytun. Patron, oturduğu yerden kafa salladı yavaşça.

Nasıl bir hiyerarşidir anlamak mümkün değildi gerçekten. Dekan aslında robot. Öğretim üyesi öğrencinin patronu. Matematiksel ifadeyle "Necmi Şimşek > Oytun Türk > Ethem Savaş" gibi zamazingosal zımbırtılar falan vardı. 

+Bedrettin Bey. Ethem Savaş'ın üreticisi, yazılımcısı ve imtiyaz sahibi Bedrettin Bey.
- Bedrettin Bey?
+Evet, Bedrettin Bey.
- Bedrettin Bey kim abi?
+Bedrettin Şimşek.

Necmi Şimşek'e döndüm merakla. "Bizim peder" dedi. Galiba "Ethem Bey benim babamım malı" demek istiyordu. Kim bilir, belki de doğru söylüyordu.

"Hani Necmi Hocaların odasında sakallı, nur yüzlü bir amca oluyor ya bazen. Bedrettin Bey kendisi." dedi Oytun. 

Sanırım bu adam Koray'ın "kanaat önderi gibi." yakıştırmasını yaptığı herif. Hakikaten de nur yüzlü, mübarek bir duruşu vardı. Etliye sütlüye karışmayan, odaya girdiğimizde "ben de 3 dakika önce zikir çekiyordum, hoşgeldiniz çocuklar" dercesine yüzümüze tebessümle bakan amca.. Adam dekanın sahibi çıktı, iyi mi?


********

Kahramanlarımız Misbah Suphi, Arif Alamaz ve Gökhan Yıldırır, sır perdesini aralamayı başardılar. Öğrendikleri durum onları gerçekten çok şaşırtmıştı. Ayrıca, kafalarında daha pek çok soru vardı.. Bedrettin Bey, Ethem Savaş isminde bir robotu neden üretmişti? Oytun'un, Serhat'ın o evde ne işleri vardı? En önemlisi ise bir robot nasıl dekan olmuştu? Hepsinin cevabı ve daha fazlası, bir sonraki bölümümüzde... Bekleyin!


19 Kasım 2011 Cumartesi

Şebnem Şibumi

Hoş buldum. Hoş geldin, diyen oldu mu bilemedim ama yine de hoş buldum. Çohhoş..

Öncelikle kendimi tanıtayım. Bendeniz: Emekli polis Şerif Şibumi’nin kızı Şebnem Şibumi. Tarih öğretmeniyim. 

Müntekim Gıcırbey (nuh tufan’ın deyişiyle nafile filinta) bana bir mektubunda aşkını şöyle dile getirmiştir.
"Şebnem, çizgi film kuzusu,
Tütsülenmiş bir bahçede saklambaç oynuyor gibiyiz.

Sensiz bütün tabancalar, fincanlar, odalar boş; sokakların hepsi ıssız, hiçbir gezegende bana hayat yok.
Şebnem, her şeyde senden bir anı aksediyor, senin masumiyet kanıtı parmak izlerinle dolu sanki dünya.
Gelgelelim masumiyet, yaşam belirtilerinin azlığı demektir Şebnem.
Bu gidişle yokluğunun gürültüsünden sağır olacağım.
Eline sihirbaz değneği geçmiş kör gibi.
Arabalar etrafımda keskin frenler yaparak duruyorlar. Beynime sıcak asfalt dökülmüş gibi, hasretin katranı kafatasımdan gövdeme damlıyor.
Şebnem seninleyken içimi padişah gururu kaplıyordu.
Gözlerine bakınca, kanımda gıcır gıcır hançerler, kılıçlar yüzüyordu.
Senin kadife geometrin başımı döndürüyordu.
Bir yandan da karşında kendimi mağaranın girişindeki kütük gibi hissediyordum.
Şimdi uzaya fırlatılan mekikte kilitli kalmış sinekten beterim.
Şebnem, İstanbul, Türkiye, dünya, galaksi, uzay senin olduğun yerde başlıyordu; neredesin?
Sensiz, yolunu kaybetmiş görünmez adam gibiyim.
Aptallığın otobanından dehanın patikasına mı varacağım? İnşallah o yol, iki kişinin yan yana yürüyebileceği kadar geniştir.
Kafamın içinde kocaman bir ağaç ve küçücük bir maymun var. Daldan dala zıplıyor, onu evcilleştiremiyorum.
Bütün şarkılarda senden bahsediliyormuş, onu fark ettim.
Ezelden beri o nazlanan senmişsin.
Saray çatılarında senin için düello yapılmış…
Her insan bazen gökte yabancı bir cisim görür de gözlerine inanmaz ya, yanındakine “benim gördüğümü sen de görüyor musun?” diye sorar.
Bende seninleyken gözlerime inanamıyordum. Kulaklarıma inanamıyordum. Vücudumdaki hiçbir hücreye inanamıyordum.
Kimseye soramıyordum da “benim gördüğümü sende görüyor musun?” diye…
Seni unutma fikri bile, sana kavuşma umuduna bağlanıyor içimde
Senden kaçış varsa bile kurtuluş yok Şebnem.
Artık, su olsam sana doğru akarım, uçak olsam sana doğru uçarım, erik olsam sana doğru yuvarlanırım…
Bizi ancak aynı banyoda yıkanmak paklar Şebnem.
Yüreğin derinliklerinden yükselen sesler, kulakta sapıkça bir şey gibi tınlıyor farkındayım.
Öpüyorum gözkapaklarını, dizkapaklarını, kalp kapakçıklarını."


Fakat benim gönlüm bambaşka birindedir. Dahası ''Korkma Ben Varım''dadır.

"Uyandım"la Bitmeyen Bir Hikaye - 2

       part 2:   malum eve gidiş ve bedeni saran tuhaf korkular

(hikayenin geçmiş ilk bölümü özeti burada)

Çardağa doğru koşar adım geldim. Arif Alamaz ve Gökhan Yıldırır bana gözleriyle “nerde kaldın lan?” dediler, ben de kaşlarımla “çok ilginç şeyler oldu” dedim. Arif’in bıyıklarıyla “hayırdır inşallah..” dediğini duyar gibi olunca konuya girdim: “oğlum akşam eko’ya gidiyoruz, eve çağırdı!” . Gökhan, “abi adamın adı ethem, niye eko diyoruz?” dedi. “doğru  lan, ama neyse biz eko demeye devam edelim.” Dedim. “tamam” dediler.


Sonra tekrar konuya döndük. Arif’i de Gökhan’ı da bu konuda ikna etmek hiç kolay olmadı. Ethem Savaş’ın bizi evine çağırmasını, bazı çakal arkadaşların tahmin edebileceği bir espriye dönüştürdüler. Yaklaşık 15 dakikalık bi uğraşıdan sonra onları en hassas noktalarından vurmayı akıl edebildim. “En azından yemekleri beleşe getiririz.” diyince, akan sular durdu. “Saat 7 gibi bize gelirsiniz” demişti ex-dekanımız. Bu da yaklaşık 3 saatlik bir boş zamanımızın olduğu anlamına geliyordu.

Biraz daha oyalandıktan sonra, “Eve boş gidilmez şimdi.” düsturuyla bir kilo ucuz baklava alıp dayandık malikanenin kapısına. Ev, bir apartmanın en üst katındaki dubleks bir daireydi. Zile basıp beklemeye koyulduk…


Kapıyı açan Serhat Demirbaş’tı. Sağına soluna cips kırıntıları bulaşmış çizgili pijamaları ve de uykulu gözleriyle “en az 3 gündür buradayım ben eheh” imajını çok güzel bize yansıtıyordu. Adam kayıplara karıştı, telefonlarımıza çıkmıyo, emlakta işler kötü olunca darlandı eve mi kapandı acaba, başına bişey gelmiş olmasın sakın, gibi endişelerimiz galiba cevaba ulaşmıştı. Bi süre susup bakıştık. Sonra Serhat yavaş yavaş sırıtmaya, sonra da bi anda kapıyı bırakıp kahkaha atarak içeri kaçmaya başladı arsız gibi. Biz olayın şokunu atlatmaya çalışırken içerden gelen “kimmiş ağbi?” sesi sakın Oytun Türk’ün sesi olmasındı? Ya da dur lan, olsundu. Olmuşken bu da olsundu. Bakalım bu hikaye nereye gidiyordu…

Kapı açık, içeride garip olaylar, biz kapının önünde, kafamızda bin bir soru işareti… Derken bornozlu bir Ethem Savaş belirdi.

“aa çocuklar geldiniz mi? Kapıda kalmayın, girin içeri..”

Girdik. Bizi salona aldı. Ethem hoca karşımıza oturdu, bir yandan “nasılsınız?”, “evi kolay buldunuz mu?” türü klişe sorularla bizimle ilgileniyor, diğer yandan da ara sıra vücudunu bornozuyla kuruluyordu. Ilık duştan arta kalan su damlacıkları nasıl da süzülüyordu çorak tepe noktasından, verimli olan bıyık bölgesine doğru… “hocam bi tarafınız açılacak maazallah, isterseniz gidin şu işi banyoda ya da ne bileyim yatak odanızda falan yapın gelin de rahat rahat konuşuruz. Acelesi yok yani buradayız biz.” Demek istedim ama “isterseniz rahat rahat giyinip gelin hocam biz şeapmış olmayalım sizi, sonra şaaparız..” sözcükleri döküldü ağzımdan. “yok böyle iyiyim.” Der diye çekindim, demedi. Efendi gibi gitti giyinmeye.


Bu sırada ben de salondaki büyükçe cama doğru yöneldim. Yaklaştığımda perdenin altındaki bir çift ayağı görmemle bir kez daha sarsıldım. Gittim, açtım perdeyi. Ayaklar Necmi Şimşek’inmiş. Biraz bakıştıktan sonra “hocam, ne güzel bir sürpriz bu böyle eheh..” dedim. “oo misbahcım sen mi geldin, gel öpeyim. Hoş geldiniz çocuklar..” deyip sarıldı hiçbir şey olmamışçasına. Geçti oturdu karşımıza. “ee ne var ne yok.. kep attınız mı mep attınız mı” dedi. “Önemli olan kep atmak değil, atılan kepi yakalayabilmektir.” Şeklinde ciddi gibi bir cümle kurdu. Az önce perdenin arkasında olan, sırf ben açtığım için saklandığı kuytu köşesinden çıkan bir adamla nasıl ciddi konular konuşabilirim ki? Kafa salladım.



Ethem Savaş geldi. Bu sefer Allah’a binlerce kez şükürler olsun ki giyinikti. “su çok güzel, siz de girin.” Dedi. “Yok hocam teşekkür ederiz.” Dedik. 

 - bölüm 2 sonu -

bakalım kahramanlarımız misbah suphi, arif alamaz ve gökhan yıldırır, eski dekanları ethem bey'in evindeki sır perdesini çözebilecek mi? yeni bölümü bekleyin...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

NOT DEFTERİ



"iftara doğru okununca ezan/eyüp sultan ve aşiyan/ah burda olsan çok güzel hala/istanbulda ramazan..." --vedat özdemiroğlu--

-şu sıcak yaz günlerinde orucun sadece yoksulların aç olma halini değil aç olan insanın ne kadar kızgın veya öfkeli olabileceğini anlamamız için de verildiğini düşünmeye başladım.

-ramazan benim için biraz da ramazan pidesidir.o sıcacık,susamlı,lezzetli,lokum gibi iftarlık muhteşem pidelerdir.ramazan pidesinin hayatı güzelleştirdiğine inanırdım küçükken.hoş şimdide çok farklı düşünmüyorum.iyisi mi sayın okuyucu,siz de bu ramazanda pide alırken tekrar bir düşünün sıcak susamları ve hayata kattıklarını...

-tüm çağdaşlara sesleniyorum.lüfen ramazan davulcularını serbest bırakın!...

-ramazanla ilgili çok iyi bir fıkra dinledim.belki biliyorsunuzdur.ama yine de bilmeyenler için gelsin."trabzon'da yazın sıcağında oruç tutulurken,otogarda turistin birini elindeki buz gibi suyu lıkır lıkır içerken gören bizim temel adamın yanına yaklaşıp şöyle der 'ula hemşerum dininun kıymetinu bil kıymetinu'".

-ramazanda iftarı beklerken sonunda okunan ezanın fiyakası diğer ezanların sanki biraz önünde.ezan demişken hep duyarız işte 'adam ezanın sesinden etkilenmiş müslüman olmuş.'diye.burdan aklıma geldi.acaba çanın sesinden etkilenip hristiyan olan yada ineğin sesinden etkilenip budist olan var mıdır?

-"mevlana davet ediyor,mevlana ve şems iftara mevlena'nın evine gidiyorlar.eve gittiklerinde kızlarının hazırladığı iftar sofrasını gören mevlana 'soframızda firavun sofrasına dönmüş.' diyerek onlara çatıyor.sofradaki yemek çeşidi ise sadece iki." ramazan şatafatlı eğlencelerin veya şatafatlı sofraların gölgesinde bir imgeye dönüşmeye başladı.lütfen sevgili okuyucu uyanık olun.bu ay sadece bilmem kaç saat aç kalarak yoksulların anlanabileceği bir ay değil.en azından sofralarımızı yoksulların sofrasına taşımadıkça tam olarak anlamını idrak edebileceğimiz bir ay değil.

-ramazan davulcularını çifte telli çalmadı diye bıçakla kovalayan güzel ülkemin,'coca cola'lı iftarlarının hayırlı uğurlu olması dileğiyle...

selam ve dua ile..

nokta.



20 Temmuz 2011 Çarşamba

part 1:kırmızı kurdelayı takamayanlar-grubun doğuşu






"hayatın çok boktan bir yer olduğunu anladığımda henüz 7 yaşındaydım.öğretmenimiz beni tahtaya kaldırdı ve o güne kadar ailemin tüm çabalarına rağmen söyleyemediğim o harfi söyletmek için tahtaya kaldırdı."öğretmenim söylemiyorum."dedim."söyleyene kadar tahtadasın!" dedi gözlüklerinin arkasından bakarak.mecburen tahtaya kalktım ve söylemek için hazırlandım."benimle birlikte tüm sınıfta kahkahayı patlatmak için kendini hazırlamıştı.ama inanılmayacak bir olay oldu.tüm sınıfın gülmek için açılan ağızları şaşkınlıktan açık kaldı.tüm o yedi yıl boyunca söyleyemediğim harf ağzımdan tüm sınıfa şiir gibi yayılıyordu." falan dememi bekliyorsan sayın okuyucu böyle şeyler yalnızca romanlarda olur.bu ise bir gerçek hikaye.lütfen aptallaşmayın.neyse ben tahtaya kalktım ve tüm gün boyunca söyleyemedim.tabi bütün o aptal sınıfa malzeme oldum.o anlarda içimden geçen ilk duygu "canım öğretmenimin" ağzını burnunu kırmaktı.ama sonra düşündüm ki ne kadar yükselirsem yükseliyim başımda hep bir aptal olacaktı.buna şimdiden alışmalıydım."sanki dövmek istesen hocaya gücün yetecekti" diye şeyleri içinden geçirme sayın okuyucu.bunlar sadece küçük ayrıntılardı ve ben ise bunlarla meşgul olmak yerine gittim ve yerime oturdum.






4 yaşımda okuma yazmayı sökmeme rağmen söyleyemediğim harf yüzünden,aptal öğretmenlerin okumaya geçenlere verdiği kırmızı kurdelayı alamayan 4 kişiden biri oldum ve buda bana hayatın hiç de adil bir yer olmadığın öğretti.eğitim dedikleri şey buydu.henüz 7 yaşındaydım ve hayatın boktan ve adil olmayan bir yer olmadığını öğrenmiştim.teşekkürler "yüce eğitim sistemi.".bu dünyada sadece aptalların mutlu olabilceğini anlamak için benim kadar zeki olmanızada gerek yok.sadece şöyle bir çevrenize göz atın.eline dandik herhangi birşey alıp "düt,düüt!"diye oynayan aptal bebeklerin,annesinin ekmeğinin arasına koyduğu köfteyi yere düşürdükten sonra "oh be!çamurlu yere düşmemiş,ben bunu yerim ki."diye sırıtan aptal çocukların,okumaya geçip kırmızı kurdelayı taktıktan sonra dünyayı kurtarmış gibi kasılan aptal öğrencilerin mutlu olduğunu göreceksiniz.






ben ise artık adil olmamaya,bu boktan hayatın üzerine işemeye can atıyordum.bunun için kırmızı kurdela alamayan 4 arkadaşımıla bir grup kurmaya kara verdim.ben,ibrahim kurban,yusuf sultan ve isa göğeçıkan.benim ve ibrahim'in zekasına isa ve yusufun gücü eklenince kimsenin yan bakamadığı bir çeteye dönüşmüştük.hepimiz isyankardık,hepimiz kin doluyduk ve hepimizin en sevdiği kelime intikamdı." yazan kağıdı okuyan ibrahim kurban bana ters ters baktı ve "Allah aşkına nuh biz böyle çocuklarmıyız.ağzın çeksin inşallah.ne biçim grup hikayesi yazmışsın olum.bizi resmen mafya yapmışsın.koca hikayede kendini öv dur.bizim toplam satırımız iki satırı geçmesin.yok grubu kurmuşmuşta,yok kin doluymuşta,yok kırmızı kurdela alamamışta,kim inanır oğlum bu hikayeye?" dedi.



"kadir inanır." dedim kendimi tutamayarak.



"Allah belanı vermesin nuh.11 yaşına geldin hala yaptığın esprilere bak.ondan sonra köftesini düşüren çocuğa laf atıyorsun"



"haklısın ibrahim ya.o çocuğun yazdığı hikayeleri çok kıskanıyorum da."



"neyse nuh bu hikayeyi ben görmemiş olıyım.zaten grup kurmak için hikayeye ne gerek var.hepimiz ne güzel arkadaşız işte.isa ile yusuf'a hiç bahsetmeyeceğim.benim namaza yetişmem lazım.yarın görüşürüz."



"tamam dedim kendimden utanarak.bu çocuk böyle büyümeyi nerden öğrenmişti iyiki grubumuzda ibrahim var."diyerek eve doğru yürüyordum ki ibrahim arkadan "nuuuuuh!" diye seslendi.arkama döndüm.ibrahim:"herne kadar hikayesi sallama olsada grubun ismi güzelmiş dostum dedi.kırmızı kurdale takamayanlar.kulağa hoş geliyor...aferin...."



sırıttım ve yolda yürüken ne kadar aptal olduğumu düşündüm.çünkü bu dünyada yalnızca aptallar mutlu olur...

17 Temmuz 2011 Pazar

Sıradan Bir Gün Chapter 1

Pazartesi günü yine gelmiş çatmıştı. “Okul , dersler, örtmenlerim” diye düşünürken içimi inekçe bir sevinç sardı. Bu sevinçle hazırlanmaya başladım. Her zamanki gibi kurallara çok uygun giyindim pantolonum tam okul yönetiminin istediği tondaki griydi , beyaz gömleğim pantolonun içinde , kravat boğazımı sıkacak kadar çekilmiş ve siyah kunduralarımla örnek bir öğrenciydim. Tabi ki hiç çıkarmadığım okul ceketimi de unutmamak lazım. Son olarak da kabarık montumu ve içi kitap dolu çantamın iki kolunu takıp evden ayrıldım. Annem kahvaltı niyetine dünden kalma kuru köfteyi de ekmek arası yapıp elime tutuşturmuştu.




Ekmeğimi ısıra ısıra otobüs durağına yürümeye başladım, ben daha varmadan otobüsün duraktan hareket ettiğini gördüm ve başladım “tısır tısır” koşmaya. Koşarken bir köfte ekmeğimin arasından fırlayı verdi o an durur gibi oldum ama çamurlu yere düştüğünü görünce devam ettim eğer ki kuru yere düşseydi üflemek suretiyle yiyecektim onu. Kabarık montumun “hırş hırş hırş” , cebimdeki bozuk paraların dizime çarpıp çıkardığı “çüküde çüküde” , çantamdaki kalemlerin “çıkır çıkır çıkır” sesleri eşliğinde koşumu sürdürdüm. Otobüs şoförü acıdığından olacak ileride durdu.

Otobüs ağzına kadar doluydu o yüzden orta kapıdan bindim kapı çok zor kapandı ve kapanır kapanmaz aklıma pasomun çantamda olduğu geldi. Zaten elimdeki köfte ekmekten her yer buram buram kuru köfte koktuğu için “cık cık cık” tepkileri alıyordum bide nefes alacak yer olmayan orta kapı ağzında çantadan pasomu çıkarmaya çalışırsam ağzımı burnumu dağıtırlardı. O nedenle en iyisi şoför isteyene kadar beklemekti istemezse de beleş giderdim, bunları düşünürken “hı hıhı hıııı” diye güldüm insanlar tırstı benden. Ama göt göte gidiyorduk kaçacakları bir yer olmadığından sadece yerlerinde kımıldandılar o kadar.

Orta kapı ağzı o kadar kalabalıktı ki hiçbir yere tutunmadan kabarık montumun sağladığı konfor içerisinde gidiyordum. Ellerimi sadece ekmeğimi göğüs hizamda tutmak ve ara sıra ağzıma götürmek için kullanıyordum. Dibimdeki adam kokusundan rahatsız olduğundan burnunu olabildiğince uzak tutmak maksatlı havaya bakıyordu. “ne var la orda?” diye düşünerek kafamı kaldırdım ki “pıssst!” diye kapı açıldı ve ayağım sıkıştı. Kabarık montumla debelenirken karaya vurmuş balinalara benziyordum, insanlar neden bacağım kopuyormuş gibi tepki verdiğime anlam veremiyorlardı. Ben tüm bunları yaparken ayağı otobüs kapısına sıkışan her insan gibi sakince “kapıyı kapat!” diye değilde, ağlayarak “kapıyı aççğğğ! Imhh aççğ kapıyııı!” diye bağırıyordum. Sonra bir insan evladı “kapıyı kapat kaptan!” dedi ve kurtuldum.

Bir süre daha ağlamayı sürdürdüm ama baktım kimse benimle ilgilenmiyor sustum. Sonraki durakta kapı tekrar açıldı ve bir adam karşımda belirdi, sadece bana bakıyordu ben “fırk fırk” burnumu çekerekten “abi yer yok ki” diye sırıttım ama adam birden montuma saldırdı ve bastırarak montun hacmini yarıya indirdi böylece iki kişilik daha yer açtı resmen. Bu arada köfte ekmeğim az önce vuku bulan kaosta bu sefer hepten yere düşmüştü neyse ki otobüs zemini kuruydu üfleyip buğulu gözlerle kemirmeye devam ettim…

16 Temmuz 2011 Cumartesi

takip edilesi adamlar

murat menteş.onun yazar olarak kalitesini anlatmak için kelimeler yetmiyor.ama şöyle diyeyim,bence şu an en iyi türk yazarları listesinde ilk üçte rahatlıkla yer alır.ayrıca nuh tufan karakterininde yaratıcısıdır.şu sıcak yaz günlerinde kitap okumak isteyenler var ise murat menteş romanları "dublörün dilemması ve korkma ben varım"harika seçimler.size şöyle diyeyim,eğer beğenmezseniz sizin tuttuğunuz takıma geçerim.böyle de iddialıyım yani.şaka ediyorum ama bence murat menteş okunmalı.hayatınızın bir bölümünde boşluk kalmaması için...















quentin tarantino.muzır yönetmen harika senarist.onun filmleri kesinlikle karnaval sırasında bombalanan şehir gibidir.film başlarken herşey girift bir yapıdadır fakat anlatım tarzı bu giriftleri en ince ayrıntısına kadar anlatır.filmleri kadar film müzikleri de mükemmeldir.dahidir kendileri.yönetmen olmayıpta yazar bile olsaymış kitaplarıyla ünlü olabilirmiş.şiddeti öyle bir estetize ederki dayak yiyesiniz gelir.eğer izlemediğiniz filmi varsa bence vakit kaybetmeden izleyin.











onur ünlü.yönetmen,senarist,şair...ama en iyi yaptığı iş şiir yazmak.ah muhsin ünlü müstearı ile yazdığı şiirler fazla bilinmesede güzeldir.zaten birtane şiir kitabı mevcuttur.gidiyorum bu isimli kitap bütün kitapçılarda bulunmamaktır.o yüzden boşuna aramayın.kitapta bulunmayan son dönemde yazdığı resulullah'la benim aramdaki farklar şiiri biliyoruz eğitim kitaplarına giremiyecek ama son dönemde yazılmış olan en iyi şiirlerdendir.filmleri de türk filmi kalitesinin üstündedir.polis,güneşin oğlu ve beş şehir iyi filmler.bu adama dikkat edin.adından daha çok söz ettirecek.

imgesel izdüşüm

" tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset"








bugün aslında başka bir yazıyı yayınlamanın planını yapmaştım ama olmadı.zaten planladığım hiçbir şeyi de tam olarak planladığım gibi yaptığım olmadı.yine de planlamaktan vazgeçmiyorum.tanrıyı çok güldürüyor olmalıyım.neyse,zihninizde planlama yoksunu bir insan imgesi oluşturmak istemem.










imge dedim de aklıma geldi.günlük hayatımızda aslında kelimelerden çok imgelerin rol aldığının farkında mısınız?mesela bir arkadaşınız "ata bak lan" dediğinde aklınızda bir normal dört ayaklı beyaz kuyruklu falan bir hayvan mı beliriyor,yoksa başka şeyler mi?yada bayanlar için "taş" kelimesi neden sadece mücevher imgesiyle üst üste geliyor.şu diyaloğun günlük hayatta yeri var mı?






koca:"karıcığım sana tek taş aldım bak"






normalde iki saat bağırsan gelmeyecek olan kadın hızla önünüzde belirir.elinizde bir tane çakıl taşı vardır.yada yerde bulabileceğiniz herhengi bir taş.






kadın:"teşekkürler kocacığım,çok düşüncelisin..."






bu diyalog bir ütopya değil tabi sonunda "çat" diye bir ses çıkar ve taş erkeğin kafasında patlarsa...






işte bu yüzden tv,bilgisayar ve gazete günümüzde çok önemli.çünkü bu saydığımız aletler beynimizi bir imge bombardımanına sokuyor ve süzme fırsatı vermeden beynimize kaydediyor.artık "aziz yıldırım" denilince aklımızda şike,"sibel kekilli" denilince porno,"usame" denilince terörist,"yarak" denilince türlü türlü şeyler geliyor.bunlarla beynimizde kesin yargılar oluşturuyoruz.oysa ki azai yıldırımın uçu kesinleşmeden veya diğerleri hakkındaki bilgileri tam öğrenmeden.bilgi sahibi olmadan yargı sahibi olmamak için,imgelerin çağrışımlarına,tv ve bilgisayar ve gazeteye çok dikkat etmeliyiz.benden uyarması...










yarak:uzun namlulu tüfek, silah, gerekli araçlar, hazırlık, levazım, techizat anlamlarına gelir.




















NOT DEFTERİ






bugün trenlerin elektrik aksanını kontrol ederken bir anahatar lazım oldu ve mühendis dur ben veriyim dedi.o sırada kafasını kapıdan dışarı uzattı.nolduysa o sırada oldu ve trenin kapısı aniden kapanıverdi.adamın kafası dışarda vücudu içerde.bizler dışarıdayız,mühendisin diğer arkadaşları ve biz onu kurtarcağımıza,suratımızda anlamsız bir sırıtmayla birbirimize bakıyoruz.işin garibi kafası sıkışan mühendiste sırıtıyor.sonunda herkes kahkahayı koyverdi.çünkü herkesin aklında aynı imge...müjde arın kafasının kapı camına sıkıştırılması ve herneyse...mühendise diğer arkadaşları şöyle diyor:"neyse makinistlerle ustalar işlerini gördükten sonra seni kurtarırlar."










ramazan yaklaştıkça heyecan biraz daha artıyor.sıcak ramazan pidesinin kokusu ramazandan on gün önceden bile duyuluyor.






selam ve dua ile..





nokta.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Kamuoyuna Duyuru

Merhabalar... Uzun zamandır planlamakta olduğumuz siteyi kısa bir süre önce faaliyete geçirmiş bulunmaktayız. Bilfiil temelini attığımız günden beri az bir zaman geçmesine rağmen, elimizden geldiğince sitemizi doldurmaya, güncel tutmaya çalıştık. Bunun için kah daha önce kaleme aldığımız eserleri, kah yeni yazılmış eserlerimizi sizlere sunduk.

Şu anda platformumuzun halihazırda 5 üyesi bulunmaktadır: ben Misbah Suphi, Omar Bongo, Nuh Tufan, Fırınların Tanrısı Fornaks ve Oğuz Dikmen. Bu kadrodan bazı arkadaşlar özel işlerinin yoğunluğu sebebiyle henüz sitemize gereken ilgiyi ayıramamaktadırlar. Omar Bongo ve Nuh Tufan'a şimdiye kadarki gösterdikleri ilgi, aktif tutum ve ortaya koydukları başarılı eserleri için bir teşekkür borçluyum. Kısa bir süre sonra da, diğer yazarlarımızın faaliyet göstermesiyle tam kadro karşınızda olmayı umuyoruz. Ayrıca şu anda 5 kişiden oluşan ekibimiz çok yakında sürpriz yazarların da aramıza katılmasıyla genişleyecek, büyüyecektir.

Sitemizin bazı eksikleri olduğunun farkındayız. Bunları da yazar kitlemizce yaptığımız olağan toplantılarda görüşerek, en kısa zamanda düzeltmeye ve sitemizi en güzel haliyle beğeninize sunmaya kararlıyız. Siz okuyucularımızdan da gelecek olumlu ve olumsuz eleştiriler, görüş ve öneriler bizi mutlu edecektir.

Saygılarımla..

- Asosyal Bilimler ekibi adına, Misbah Suphi

12 Temmuz 2011 Salı

Misbah'ın sarı beneğine yansımalar -3

*ufak çocukların dakikalar boyu gözünün içine bakarak kitlenmesi kadar iğrenç bir şey daha varsa o da misafir evinde ayağa yapışan karpuz çekirdeğidir.


*evlenen kadınların ilk soyadını evlendikten sonra da kullanma çabası ataerkil topluma bi başkaldırı olsa da toplumumuzun bu yapısını zedelemeye yetmediğini, doğurduğu çocuğun yalnızca kocasının soyadını alıyor olmasından görebilirsiniz. kızlık soyadınızı kullanmayın demiyorum hobi olarak yine kullanın...


*yeni başlayanlar için şizofreni: günümüz şizofrenisinde ilk adım, msn listene kendini eklemektir.

*en sevdiğim söz öbeği: "bir takım çevreler". ne kadar güzel bi laf değil mi yaa, insanın her cümleye serpiştiresi gelmiyo da neyi geliyo...

*nasıl zengin oldum? üçün beşin hesabını yaptım...

*çocukluk sanrıları:  "duayen"i hoca gibi, imam gibi bişey sanardım ben. dua geçiyo ya içinde, "iyi dua okuyan, çok süper duacı." gibi bi anlama geldiğini sanardım. sonra televizyonda "büyük duayen bülent ersoy" türü şeyler duyunca şaşırır kalırdım. ahaha.

*toygar ışıklı'nın tipi ilk defa görüp "tam da beklediğim gibi..." demiş olan, sükunetle karşılayan, "sesi adeta fiziğine yansımış, maşşallah" diye düşünmüş olanların tamamının nüfusumuza oranı %0,21'e filan yakınsıyormuş.

*hapşurma sonrası "çok yaşa" denildiğinde "saol." diyen insanlara içten içe kıl oluyorum. "çok yaşa"nın cevabı "sen de gör"dür, olmadı "hep beraber"dir...

*kedi uzanamadığı ciğere mundar/pis dermiş: olmayana yergi.

*yalnız doksanların da ne ekmeğini yediniz be... 90'larda çocuk olmak, 90'lara dair unutamadıklarımız, 90'lı yılların şarkıları, 90'ların şusu, 90'ların busu diye diye avunduk durduk. "doksanlar" denildi mi ortamda çatalın bıçağın konuşası geldi.




11 Temmuz 2011 Pazartesi

Misbah'ın sarı beneğine yansımalar - 2

*Tek mesajda 50 soru sorduktan sonra, gelen cevap metninde eksiksiz tum sorular sırasıyla yanıtlanmışsa gözlerim dolar.
Örn cvp: merhaba. İyiyim saol, sen naslsn? Teşekkür ederim. Estağfurullah. Evet. Ahaha cok şakacısınız. Yok tam olarak oyle değil. Yapalım o dediğini. Gecmis olsun, bu ara salgn war...

*like'ların en asilidir TEPKİ LAYKI.

*ilerde şiir yazmaya kalkışırsam ilk şiirimin ismi "Ayran Bıyıklım" olur. çok içli anlatırım ayran içmiş bıyıklının anlık ağaran bıyık tellerindeki hissiyatı.

*Eğitimin önemine zerre kadar inanmayan, okulu bırakıp ticarete atılsam beni alnımdan öpeceğine emin olduğum dedemin posta kutusuna "Education First" isminde bir dergi gelmiş olmasıdır, ironi...

*eskiden otobüslerde dolmuşlarda falan bi laf vardı, "beğenmiyorsan taksiye bin." miydi, neydi... soft tacizi haklı göstermeye çalışan çakalsı bi laf değil mi bu yaa?

*en sevdiğim atasözü: hırlı sıvar, hırsı zıvar. ne güzel demiş atalarımız...

*bir DF uğruna ya rab... ne maviler görünüyor.

*insanlarda "sakatat"a "iç organ" diyerek kimi kandırıyoruz allah aşkına? peki ya hastanelerdeki sakatatsal hastalıklara bakan birime "dahiliye" demenize ne demeli?

*yönler sarmış dört bir yanımızı. hepimiz pusula gibi, yer kürenin merkezi gibi insanlarız düşününce...

*tek yol evrim. maymunların gidişatını pek beğenmiyorum...

10 Temmuz 2011 Pazar

Misbah'ın sarı beneğine yansımalar

bu bölümde gündeme dair bir takım yorumlar, hayata dair bir kısım tespitler yapmayı ve olaylara dair "gelin bir de şu açıdan bakalım mı" sorusuyla karşınıza dikilmeyi düşünüyorum. burada yazdıklarımın hepsini "gerçekten düşündüğüm için" yazdığımı söyliyemem. tam aksini düşünmeme rağmen sırf geyiğine yazmış olabilirim. ilk başlarda, daha önce feysbuk, twitter ve sözlük gibi farklı platformlarda yayınlamış olduğum yazılarımdan derleme ya da yararlanma yapıcam. zamanla sırf blog için tespitsel geyiklemeler üretmek ve bunları Misbah'ın Sarı Beneğine Yansımalar ismi altında sizlerle buluşturmak azmindeyim. esen kalın.


*"fenerliler şikeci", "fenerliler isyanda", yok efendim "geçen sene 2 dk kutladınız bu sefer 2 ay." ; öte yandan "bizi çekemiyosunuz antifenerliler, şike iddialarıyla imanımız kuvvetleniyo"lar... abi neyin savaşını veriyosunuz? "ben daha uzağa işerim." tamam mı. noktayı koymak istiyorum burada.

*fenerbahçe'nin sözde şike iddiaları eğer doğrulanırsa ve fenerbahçeye bazı yaptırımlar uygulanırsa bu durum şuna benzer: hani bazen sınavda tüm sınıf kopya çeker de, bir kişi yakalanır. sonra kabak onun başına patlar... durum tam olarak öyle.

*Hilal Cebeci'nin göğüsleri hâla yemin etmemiş, sütyeninde de şike varmış. son 1-2 haftadır gündem bundan ibaret.

*Kuru fasulyenin bile 'pilav üstü'nden siyaset yaptığı bir ülkede yaşadığınızı asla kafanızdan cıkarmayın. Objeler veya kuramlar uzerinden prim yapmak pek cok siyasetcimizin temel prensibidir.

*"9 aylık" oyununun dış güçler tarafından ulusumuz çocuklarına empoze edilmesindeki yegane amaç, annelik kurumunun zedelenmesidir. geleceğimizin teminatı olan yavrularımızın bilinç altında, en asil duygunun insanları olan anneleri tü, kaka, pis, kötü olarak tanımlamak, bizleri sahip olduğumuz en kuvvetli bağ olan aile bağımızdan biraz olsun uzaklaştırmaya çalışmaktır.

*sevgili fen edebiyat fakültesi öğrencileri... "öğretmen mi olucan" diye soran bilhassa teyzelere "evet" deyin, kırmayın onları. lafı da fazla uzatmayın...

*aslında karpuz iyi de çekirdekleri kötü.

*renkli fotoğrafı icad eden kardeşimizin bugün 5 dakkalığına feysbuk hesabı olsaydı, "boşuna uğraşmışım lan..." demez miydi? "siyah-beyaz ve sepia yetiyormuş, niye kasmışım ki ben bu kadar yaa" diye kahrolmaz mıydı?

*mutluluk ve huzur, ayaklar yardımıyla yorganı evirip çevirip doğru tarafını bulduğun andır benim için...

*bari çaya kahveye su katıp hile yapmayın ulan... 3 kuruş para kazancaz diye yaptığınız işe bak!

absürt teoriler 2---yer çekimi meselesi








sevgili okuyucu,bugün size yıllardır yanlış bilinen bir meselenin gerçeğini açıklayacağım.mesele malum "yer çekimi" meselesi.hikaye ise tam bir saçmalık.newton ağacın altında uyuyormuş.kafasına elma düşmüş.bu elma niye düştü deyip,yer çekimini bulmuş.sevgili okuyucu demezlermi adama "ne biliyon olum yerin çektiğini,belki de gök itmiştir.senin bu teoriden bi tırt olmaz.git dersini falan çalış,boş boş şeylerle uğraşma" diye.yok dememişler.aziz okuyucu bu avrupanın alayı tırt.bizde olsa o newton o teoriyi açıkladığında onu itin malum yerine sokarlardı.ama neyse ki bizler daha ölmedik.newtonun bu teorisinin saçma sapan olduğunu,onun yerine içinde hiçbir saçmalık barındırmayan "gök itimi" teorisini şekillerle ve formulasyonuyla açıklıyorum.ana mantığıyla şöyle:cisimler birbirlerini uzaklıklarının karesiyle doğru orantılı olarak iterler.bu durumdan yola çıkarak gök bizi uzaklığıyla doğru oarantılı olarak iter.yerde iter.gök daha uzak olduğu için yerde kalırız.göğe doğru çıkarken ise yere olan uzaklığımız artcağı için,bir mesafeden sonra yer itimi gök itiminden büyük olacak ve havada kalıcağız.








bu teoriyle bağlantılı olarak ise arşimed'in banyo yaparken bulduğu suyun kaldırma kuvveti ile yer çekimi arasındaki çelişkileri ortaya koydum.şöyleki:yer çekimi var ise yer,suyuda çeker.ozaman su nasıl tası kaldırma kuvveti uygular.saçma sapan sayın okuyucum işte.tam olarak anlaşılamıyor.








fakat gök itiminin formulasyonunu kurarken hazırladığım tasın ittirme kuvveti herşeyi zihninizde yerli yerine oturtuyor.şöyle ki:








gök tası iter,tas bu itişle ivmelenir ve suyu iter ve hacmi kadar yukarı kaldırır.herşey gayet açık ve net.yukarıdaki şekilde de ayrıntılı olarak herşeyi görebilirsin sayın okuyucu.bana bu fırsatı veren rabbimede şükürler olsun.newton'la arşimed'ten almış da bana vermiş.sakın ola kıskanmayın,çalışın sizin de olur...










NOT DEFTERİ





Geçen gün bir arkadaşıma geyik olsun diye:"neden sarı taksilerin üzerine plaka yazıyorlar?"dedim.





"Taksi takla attığında altta kalan kişinin kendisini ezen arabanın hangisi olduğunu tespit edebilsin diye" dedi.daha da bişey diyemedim.adamdaki hayal dünyasına bak ya...





en son kandilde hal hatır sormak için dedemleri aradım.telefona ilk önce babannem çıktı.sonra paralel telefondan dedem açtı.babannem nasılsınız dedi.dedem paralelden:





"iyiyiz siz nasılsınız "diye cevap verdi.babannemde "çok şükür bizde iyiyiz" falan dedi.ve beş dakika boyunca birbirleriyle konuşup en sonunda hadi "hayırlı kandiller" deyip telefonları kapattılar.bense telefonun diğer ucundagülmekten ağzımı açamadım...hala kendimde değilim...





burdan eve aç gelip "yemekte ne var,anne" diye soran yavrularına "saymakla bitmez,yavrum" deyip sonrada önlerine bulgur pilavı getiren bütün anneleri kendi vicdanlarıyla başbaşa bırakıyorum...





selam ve dua ile..





nokta.










8 Temmuz 2011 Cuma

"Uyandım"la Bitmeyen Bir Hikaye



       part 1:   okulun son günü ve yıkılan bazı tabular


5 yıldır beklediğim gün gelip çattı işte. Bugün, üniversitedeki son günüm. Anasınıfını, hazırlık sınıflarını ve üniversitede uzattığım bir yılı da sayarsak tam 19 yıllık akademik kariyerime nokta koyduğum o büyük günü yaşıyorum… Girdiğim her ortamda bir arsız gibi “bitse de gitsek yeaa” muhabbetini yaptığım o ilim-irfan dünyamın kıyamet günündeyim ve içimde bir burukluk var. Sevineceğim, göbek atacağım diye düşünürken garip bir hüzne gark oldum.

Çardakta Arif ve Gökhan’la oturmuş, “üniversite dedikleri bu muydu?” temalı duygusal konuşmalar çeviriyorduk ve hepimizin başı eğikti. Gökhan kopardığı ot-çöple oynuyor, Arif ise sızan gözyaşlarını gizlemek için olacak, güneş gözlüğünü geçiriyordu gözüne. Okul, “yuppii 2’ye geçtik!”, “ilk F’imi aldım yaa. Neyse, o dersi de alttan alırım artık..” gibi “seneye de buradayız lan biz, haberiniz olsun. Ezikler sizi…” anlamını taşıyan nidalar eşliğinde yavaş yavaş boşalıyordu…

Hiçbirimiz, “abi okul boşaldı, biz de gitsek ya…” demeye cesaret edemiyorduk. Biliyorduk ki şu kapıdan“öğrenci” olarak çıkmak var, girmek belki yok, varsa da “sokaktaki adam”  sıfatıyla vardı. Niteliksiz, sıradan, boş beleş adam işte… Kapıdan çıktığımız anda artık buraya ait insanlar değildik. “0501.03021” değil, “gözlüklünün yanındaki mavi kazaklı” olacaktım bir başka deyişle.

“insan yaşadığı çevreye hiç de kolay alışamıyor aslında. Benimsemesi bazen yıllar sürüyor. Sonra ansızın, tam da alışmış bağlanmışken seni o çevreden koparıyorlar be üstad.” Dedi üstadların üstadı Gökhan Yıldırır, uzun bir sessizliğin üstüne. Adamlıkta sınır tanımayan ünsüz düşünür Arif Alamaz da "bünyene her gün düzenli olarak uyuşturucu madde enjekte ediyorlar, sonra bir anda kesiyorlar gibi, ve bir daha isteyemiyorsun buna hakkın yok, düşününce..." şeklinde yerinde bir tespit yaptı. Çardak bomboş, podyum tabir edilen bölgede ise çıkışa doğru ilerleyen tek tük öğrenciler vardı.

“Ben okulu son defa bir dolaşayım, sonra yavaştan kaçalım.” Dedim ve kalktım. Binanın içi de bomboştu. Çıt çıkmıyordu. Yürürken burada geçirdiğim yıllarım, film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu, duygu doluydum.


“Her bir köşesi anı dolu okulumun... Çok acımasızsın be diploma, “kep”in batsın!” diye düşünürken“Pişşşt! Lan!” sesiyle irkildim. Sağa, sola, sonra tekrar sağa baktım fakat sesin kaynağını çözemedim.“sesime gel.. yukarı bak!” diye fısıldadı bu defa aynı ses. Merdiven boşluğundan yukarı baktım. Sesin kaynağı Ethem Baş’tı. “kenara çekil, tükürücem.” Dedi. “aman hocam”, dedim. Şakası yoktu. Zemine olan mesafesi yaklaşık 10 metre olan bir yükseklikten serbest düşmeye bırakıverdi dudaklarının arasından hafif mukuslu salgıyı. Yere yapıştı tükürcük. “yukarı gel, seninle konuşmak istediğim şeyler var.” Dedi. “Peki hocam” demekle yetindim ve merdivene davrandım.


Bulunduğu yere, 3.kata, hocaların ev sahibi, öğrencilerin ise deplasmanda olduğu yere geldim. “bu güne kadar birbirimizi çok üzdük be misbahım.” diye girdi konuşmaya eski dekanım eliyle omzuma hafifçe vururken. “insan elindekinin değerini bilemiyor laaan.” Dedi. Ben sadece başımla onaylıyordum dediklerini. “hani ilişki boyunca sayar söversin de, ilişki bittiğinde vah tüh dersin, etmeyeydim dersin ya…” dedi, “işte o sancıyı çekiyorum galiba ben.”. “estağfurullah hocam haklısınız.”Diye saçmaladım saçma sözlerine karşılık. “ilişki bittiğinde laf ettirmezsin eski sevgiline.” Dedi. “yer yer…” dedim. “yanlış anlama ama seni aslında hep sevdim. Hani büyük aşklar nefretle başlarmış ya…ehehe ahaha” dedi. “doğrudur hocam” diyip tebessüm ettim. “sana reddedemeyeceğin bir teklifim var”, dedi ve ekledi, “var mısın lan, bugün geçmişe bir sünger çekip, birbirinden acımasız geçirdiğimiz 5 yıla inat felekten bi gece çekelim.”.

Beni bilenler bilir,  bu okulda eğer 1 tane adamdan nefret ediyorsam o da Ethem Baş’tır. Ama okulu bitirmiş olmamın bünyemde oluşturduğu duygusal fırtınadan mıdır, yoksa karşımdaki insana “hayır” demeyi pek beceremediğimden midir bilmiyorum, dekanın teklifini kabul ettim. “Fakat hocam”, dedim, “aşağıda arkadaşlar bekliyor. Onlarla da bişeyler yapacaktık. Eğer mümkü..” dediğim anda “hay hay Misbahcığım, başımla beraber. onlar da gelsinler. Kalabalık daha iyi olur, daha çok eğleniriz.” Dedi.“Peki.. Nereye gidelim hocam?” şeklindeki soruma, “Hiç mekan düşünmeye gerek yok. benim ev boş. Bana gelin.” Dedi. Hayır olsun inşallah, bu gecenin sonu nereye doğru gidiyor çok merak ediyorum diye düşünerek yanından ayrıldım. Tabii ki ev adresini alıp, buluşma saatini de ayarladıktan sonra…


-          bölüm 1 sonu    -

7 Temmuz 2011 Perşembe

Feysbuk kullanıcılarının ekseriyetle geri zekalı olma eğilimi


mezar taşlarını çok okumanın zeka geriliği yaptığı iddiasını pek çoğunuz bir şekilde duymuşsunuzdur. anneniz, babanız, kardeşiniz veya herhangi bir arkadaşınız, "mezar taşlarını okuma, unutkanlık yapıyormuş." şeklinde sizi muhtemelen uyarmıştır. bu iddianın kesinliği var mı bilmiyorum. fakat eğer bu iddia tutarlıysa ve doğruysa, facebook da zeka geriliği yapıyor olmalıdır. çünkü ikisinde de kafanın bir sürü fuzuli isim soyisimle dolması olayı var. birinde "x y, ruhuna fatiha" , diğerinde "x y , takipçilerini deşifre etti"  var. mantık aynı. 



hepiniz belli bir kültür seviyesinden geçmiş insanlarsınız, bunu anlamakta güçlük çekeceğinizi sanmıyorum. hatta feysbuk olayı daha ciddi ve daha tehlikelidir. zira feysbuk kullanıcılarının %78'i günde en az 1 kere, %60'ı günde en az 3 kez feysbuğa girmekte, ahmet çavuşoğlu ve selin çeliktepe'nin takipçilerini deşifre etmesini pürheyecan beklemekte, deşifre ettiğinde de "hehe birinciliği kaptım bırakmam:)"  yorumu eklemektedir. oysa kırk yılın başı yolunuz anca bir kabristana düşmektedir, inkar etmeyin. tabii istisnalar hariç konuşuyorum, kimse bana "evime giderken mezarlıktan geçiyorum her gün"  diye mesaj atmasın.. neyse efendim konu dağılmasın.. lütfen zihninizi bir yoklayın. en son 5 yıl önce gördüğünüz lise arkadaslarınızın, hatta en son 10 yıl önce gördüğünüz ve şu anda size hiç bir yararı dokunmayan ilkokul-ortaokul arkadaşlarınızın soyadlarını nasıl da takır takır biliyorsunuz. bilmek zorundasınız; çünkü 3-4 günde bir video paylaşıyor, profil resmini değiştiriyor, sizi dürtüyor. siz o paylaşımları beğeniyorsunuz ve soyadı nasıl da gözünüze sokulurcasına ekranınızın tam ortasında duruyor. feysbuk, mezar taşı okumaktan daha tehlikelidir. zeka geriliği yapıyor veya yapmıyor, bilmem, bilemem. orası bilim adamlarının işi. hurafeyse de hurafe. ama size sittin sene yararı dokunmayacak olan ilkokul arkadasınızın soyadını ve içinde bulunduğu karmaşık ilişkisinin kahramanını ezberlemeyi bırakın. faydasız ilimden allah'a sığının ve faydalı ilim arayın...

(
24.3.2010 tarihinde kaleme alınıp, daha önce bir kaç farklı ortamda yayınlanmıştır.)

3 Temmuz 2011 Pazar

absürt teoriler 1---maymun meselesi




İnsanın kökeni hakkında her devirde farklı iddialar ortaya atılmıştır.Bunların en ilginci ise iddiacılarını bile şüphede bırakan "evrim teorisi"dir. Eğer atamızı "ben tanrıya inanmıyorum arkadaş illa bir hayvana dayandıracağım."diyenlerdenseniz, size nacizane bir önerim olacak. bu teori için ayı,maymundan daha makul bir hayvan çünkü:

-ayı,insanlar gibi özel hayatlarını hemcinslerinden gizlerler. maymun gibi her şeyi aleni değildir. -ayılar, yavrularını cezalandırmak isterlerse tokat atarlar.

-ayılar iki ayak üzerinde koşabilen tek hayvandır.

-çocuklar, oyuncak olarak genellikle ayıyı tercih ederler.

-hepimizin bildiği atasözümüzdeki bahtsız bedevi ile ilişkiye giren hayvan bir ayı çeşididir.

ayrıca darwin ustanın açıklanmayan mektuplarında arkadaşlarına hitaben:

"lan kitapları sattırmak için kiliseyle polemiğe girmek gerekiyordu.bende bu teoriyi attım ortaya.şimdi düşününce bu teori çok saçma geldi lan bana.bunun yerine herhangi başka bir teori daha akıllıca olurmuş.mesela insan soyunun ayıdan geldiği...hem karımda sinirlenince ayı diyor bana...evet,evet!eğer ölmezsem insan soyunu ayıya dayandıracağım...(insan soyunu ayıya dayandıracağım derken hemen yanlış anlamayın olum...hehehehe)...tanrı hepimizi affetsin..." dediği tüm bilimadamları tarafından biliniyor.

biliyorum benim yaptığım darwin ustanınki gibi pek bilimsel(!) değil ama, sanki daha makul. şaka şaka inanmayın siz bana maymunda komik hayvan.






NOT DEFTERİ

geçen gün yolcu otobüsünde;

"hanımefendi,lütfen telefonunuzu kapatırmısınız?arabanın abs sistemi bozuluyor." diyen muavine,avazı çıktığı kadar bağırarak "aaaa,neden ben kapatıyormuşum ayol?sen abs'ni kapat!"diyen bayanıda gördüm ya muhterem okuyucu,artık ölsemde gam yemem.



selam ile..

nokta.

30 Haziran 2011 Perşembe

neden lan?

Artık bizimkilerle şöyle erkek erkeğe çıkamaz olmuştuk. “pamoa lan pamoa! Şuna bak ehe ehe!” diye bir kızı göstermeler, espriler, geyikler hepsi çok eskilerde kalmıştı. Bunları düşünerekten varmıştım eve, yorgun argın bir şekilde kendimi atmıştım ki eşim üstümü değiştirmemi söyledi. Tahsin’in eşi bizi yemeğe davet etmişti. Zaten eşlerimizin bu ayarlamaları olmasa biz pamoalar zor bir araya gelecektik. İstemeye istemeye üzerimi değiştirmeye odamıza giderken oğlum Yakup’u gördüm, yine oturmuş uzayla ilgili bir belgesel izliyordu. “naber len?” dedim, cevap vermedi. “Ne biçim çocuk bu amua, biz babamız eve geldi mi bir dankek, bir tüpte çokokrem getirmiştir diye akbabalar gibi peşinde dolanırdık” diye düşündüm. Üzerimi değiştirip “hadi çıkalım.” dedim, o esnada Yakup annesine belgeseli kapattığı için trip atıyordu ve çıktık. Sessiz bir araba yolculuğunun ardından vardık Tahsin'lere kapıyı eşi açtı, ben bir “naber?” diyip doğruca içeri geçtim Yakup da peşimdeydi. Tahsin salonda oturmuş elinde sigara feysbukta komik video izliyordu . “yıh…. Yıh!” diye gülerken bana eski günleri hatırlattı “ah be Tahsin’im ah be gözüm biz neydik” diye duygulandım. Birden “ooo kankuuu!” diye haykırdı o esnada benim çok bilmiş oğlumla göz göze geldik, siz ne biçim babasınız der gibi bakıyordu, o an biraz tiksindim yavrumdan. Ona aldırış etmeden “ıss ısss ıs!” diye güldüm ve oturduk Tahsin’le komik video izlemeye koyulduk. Tam "seninki nerde?" diyecekken arkadan biri kulağımın dibine bir darbe indirdi bu Şevket olmalıydı, evet bu Tahsin’in vahşi oğlu şevket idi. Şirinlik maksatlı biz gelmeden bir saat evvel koltuğun arkasına saklanmıştı ve onun şirinlik anlayışına binaen kulağımın dibine var gücüyle bir yumruk indirmişti. Ben ağlamaklı olmuştum ama babası yaşında olduğumu düşünerek gözlerimdeki yaşları çaktırmadan tek bir kol hamlesiyle sildim. “vay şevketim” diyip başını okşadım. Sesimin titremesinden Tahsin biraz kıllanmıştı ama dikkati hemen başka bir videoya kaydı. Bir çocuğu sevimsiz yapabilecek her şey şevket’te mevcuttu. Karlı dağlardan yeni inmişçesine kırmızı yanaklar, üçe vurulmuş saç, alnında ve boynunda kabuk bağlamış çizikler, biz gelmeden bir saat öncesinde koltuğun arkasına saklanarak betona bastığından olacak sol burun deliğinden başlayıp ağzında son bulan bir sümük şelalesi, turuncu yemek lekeleri bulunan alt kısmı göğsüne kadar çekilmiş beyazımsı pijamasıyla bu çocuk beni kendinden fersah fersah itiyordu. Ama en nihayetinde amcasıydım sevmek zorundaydım bu elyın yavrusu gibi ses çıkaran çocuğu.
Yemek şevket’in sık sık ağzını açıp çiğnediği şeyleri bana göstermesi dışında sorunsuzdu, ağzındaki o iğrenç görüntüyü görünce “ah ne tatlı çocuk.” gibi düşüncelere dalacağımı sanıyordu bu çocuk. Çünkü babası olacak Tahsin o ağzını her açtığında “eze eze teze teze!” diye gülüyordu ve onun da o esnada ağzındakiler gözüküyordu. Ben bu adamla kankaydım kardeşim gibi yakındı bana ama “neden lan?” diye düşünmeden edemiyordum. Yemekten sonra eşlerimiz mutfakta sohbete koyuldular biz ise koltuğa dizilmiş oturuyorduk. Yakup beyaz gömleği, krem rengi dizine uzanan şortu, beyaz çorapları ve sadece evde giyindiği sandaletleriyle sırtını arkaya yaslamış oyuncak bebek edasıyla kımıldamadan aramızda oturuyordu. Şevket ise yine kendi çapında bi şirinlik peşindeydi mutfak ve salon arasında koşup duruyordu. Mutfakta annesine çarpıp ondan aldığı kuvvetle (etki tepki) salona doğru büyük bir hızla koşup koltukta oturan Yakup’a çarpıp tekrar mutfağa doğru yol alıyordu. Bunu yaparken de “ehğ ehhğ!” diye ses çıkarıyordu. Ben ise sinirden deliye dönmüştüm ama Yakup’un pısırıklığına mı yoksa bu elyının saldırgan tavırlarına mı sinirleniyorum emin olamıyordum. Sonunda gece bitmişti kankamla daha sonra çoluk çocuk olmadan takılmak umuduyla vedalaştım, Şevket'e de yapmacık bir sevgi gösterdim ve evden çıktık. Arabada yine çok sessiz bir yolculuk yapıyorken kıl yavrum Yakup “ben şevket’i çok seviyorum” dedi. Hiçbir şey söylemedim ama “neden lan?” diye düşünmeden de edemiyordum.

28 Haziran 2011 Salı

vira bismillah





"bütün yazdıklarım gerçektir.ama henüz cereyan etmemiştir"--murat menteş--


söze başlarken üzerimde,öss'ye 15 kez girip kayda değer bir başarı sağlayamayıp 16.kez giren öğrencinin üzerinde duyduğu baskıyı hissettiğimi belirtmeliyim.daha öncede dergilere veya portallara yazılar gönderdiğim oldu.ama muhtemelen bu yayınlanacak ilk yazım olacak.çünkü bu sefer sağlam torpilim var.bu sefer ben güleceğim.üzerimde bir adım önde olmanın verdiği rahatlık ve torpilin verdiği sonsuz kötülük hazzı.şaka ediyorum sevgili yönetici,beğenirsen yayınla.üzerinde baskı hissetmeni hiç istemem.bilmem anlatabiliyor muyum...


bir de "-sağlam torpilim -var." cümlesi ne güçlü bir cümleymiş ya.her an patlayacak gibi duruyor.








NOT DEFTERİ


kısa saçla gezmekten sıkıldım.son birkaç ayda salıyımda saçım uzasın dedim.saçın yıkamasını,taramasını,bakımını geçtim;yediğim hakaretin,geçilen dalganın haddi hesabı yok.bunların birkaçını sizler için derledim.


"anan gibi saç uzatacağına baban gibi bıyık bırak."

"saçı uzun aklı kısa."

"papaza dönmüşsün."

"dikkat et,arkadan karıştırmasınlar."

"amcanın saçı uzun olsa halan olurdu."...

sonra anladım bu memleketin kıldan tüyden meselelerle neden yıllarını harcadığını ve gittim saçlarımı kestirdim.çok mutluyum lan...

artık saçı uzunlara büyük saygım var,büyüksünüz abiler...



bizim bir arkadaş orta kalitede bir restoranda yemek yemiş.2 kişilik hesap 254 tl gelmiş.kardeşim sen ne yedin öyle dedim,valla abi kazık yedim galiba dedi.daha da birşey demedim üstüne...





şu dünyada en sevdiğim eylem istifa etmek.hiç deneyememiş olsamda platonik bir sevgi benimki.istifa, iradenin ve şahsiyetin en keskin varoluş halidir. uçaktan paraşütsüz atlamanın baş döndürücü zevkini andırır, çaçaron bir feministi boşayabilme güzelliğidir, tarık bin ziyad`ın ispanya`ya çıkarken gemileri yaktırmasına benzer, diktatörün huzurunda hapşırmak gibidir. ...




bu yazımın sonuna geldim...

selam ile..

nokta.

26 Haziran 2011 Pazar

DUYURU

temel atma süreci tamamlandı ancak çalışmalarımız devam ediyor. "iki gündür blogda ses seda yok unuttular herhalde" söylentilerini bertaraf etmek amaçlı bu güncellemeyi yapıyorum. saygılar sevgiler...

24 Haziran 2011 Cuma

introdakşın



selamlar... şu anda, sizlere kısa süre önce bahsettiğimiz mizahi içerikli platformun temellerini atmaktayız. en yakın zamanda karşınızdayız. bekleyin!