19 Kasım 2011 Cumartesi

"Uyandım"la Bitmeyen Bir Hikaye - 2

       part 2:   malum eve gidiş ve bedeni saran tuhaf korkular

(hikayenin geçmiş ilk bölümü özeti burada)

Çardağa doğru koşar adım geldim. Arif Alamaz ve Gökhan Yıldırır bana gözleriyle “nerde kaldın lan?” dediler, ben de kaşlarımla “çok ilginç şeyler oldu” dedim. Arif’in bıyıklarıyla “hayırdır inşallah..” dediğini duyar gibi olunca konuya girdim: “oğlum akşam eko’ya gidiyoruz, eve çağırdı!” . Gökhan, “abi adamın adı ethem, niye eko diyoruz?” dedi. “doğru  lan, ama neyse biz eko demeye devam edelim.” Dedim. “tamam” dediler.


Sonra tekrar konuya döndük. Arif’i de Gökhan’ı da bu konuda ikna etmek hiç kolay olmadı. Ethem Savaş’ın bizi evine çağırmasını, bazı çakal arkadaşların tahmin edebileceği bir espriye dönüştürdüler. Yaklaşık 15 dakikalık bi uğraşıdan sonra onları en hassas noktalarından vurmayı akıl edebildim. “En azından yemekleri beleşe getiririz.” diyince, akan sular durdu. “Saat 7 gibi bize gelirsiniz” demişti ex-dekanımız. Bu da yaklaşık 3 saatlik bir boş zamanımızın olduğu anlamına geliyordu.

Biraz daha oyalandıktan sonra, “Eve boş gidilmez şimdi.” düsturuyla bir kilo ucuz baklava alıp dayandık malikanenin kapısına. Ev, bir apartmanın en üst katındaki dubleks bir daireydi. Zile basıp beklemeye koyulduk…


Kapıyı açan Serhat Demirbaş’tı. Sağına soluna cips kırıntıları bulaşmış çizgili pijamaları ve de uykulu gözleriyle “en az 3 gündür buradayım ben eheh” imajını çok güzel bize yansıtıyordu. Adam kayıplara karıştı, telefonlarımıza çıkmıyo, emlakta işler kötü olunca darlandı eve mi kapandı acaba, başına bişey gelmiş olmasın sakın, gibi endişelerimiz galiba cevaba ulaşmıştı. Bi süre susup bakıştık. Sonra Serhat yavaş yavaş sırıtmaya, sonra da bi anda kapıyı bırakıp kahkaha atarak içeri kaçmaya başladı arsız gibi. Biz olayın şokunu atlatmaya çalışırken içerden gelen “kimmiş ağbi?” sesi sakın Oytun Türk’ün sesi olmasındı? Ya da dur lan, olsundu. Olmuşken bu da olsundu. Bakalım bu hikaye nereye gidiyordu…

Kapı açık, içeride garip olaylar, biz kapının önünde, kafamızda bin bir soru işareti… Derken bornozlu bir Ethem Savaş belirdi.

“aa çocuklar geldiniz mi? Kapıda kalmayın, girin içeri..”

Girdik. Bizi salona aldı. Ethem hoca karşımıza oturdu, bir yandan “nasılsınız?”, “evi kolay buldunuz mu?” türü klişe sorularla bizimle ilgileniyor, diğer yandan da ara sıra vücudunu bornozuyla kuruluyordu. Ilık duştan arta kalan su damlacıkları nasıl da süzülüyordu çorak tepe noktasından, verimli olan bıyık bölgesine doğru… “hocam bi tarafınız açılacak maazallah, isterseniz gidin şu işi banyoda ya da ne bileyim yatak odanızda falan yapın gelin de rahat rahat konuşuruz. Acelesi yok yani buradayız biz.” Demek istedim ama “isterseniz rahat rahat giyinip gelin hocam biz şeapmış olmayalım sizi, sonra şaaparız..” sözcükleri döküldü ağzımdan. “yok böyle iyiyim.” Der diye çekindim, demedi. Efendi gibi gitti giyinmeye.


Bu sırada ben de salondaki büyükçe cama doğru yöneldim. Yaklaştığımda perdenin altındaki bir çift ayağı görmemle bir kez daha sarsıldım. Gittim, açtım perdeyi. Ayaklar Necmi Şimşek’inmiş. Biraz bakıştıktan sonra “hocam, ne güzel bir sürpriz bu böyle eheh..” dedim. “oo misbahcım sen mi geldin, gel öpeyim. Hoş geldiniz çocuklar..” deyip sarıldı hiçbir şey olmamışçasına. Geçti oturdu karşımıza. “ee ne var ne yok.. kep attınız mı mep attınız mı” dedi. “Önemli olan kep atmak değil, atılan kepi yakalayabilmektir.” Şeklinde ciddi gibi bir cümle kurdu. Az önce perdenin arkasında olan, sırf ben açtığım için saklandığı kuytu köşesinden çıkan bir adamla nasıl ciddi konular konuşabilirim ki? Kafa salladım.



Ethem Savaş geldi. Bu sefer Allah’a binlerce kez şükürler olsun ki giyinikti. “su çok güzel, siz de girin.” Dedi. “Yok hocam teşekkür ederiz.” Dedik. 

 - bölüm 2 sonu -

bakalım kahramanlarımız misbah suphi, arif alamaz ve gökhan yıldırır, eski dekanları ethem bey'in evindeki sır perdesini çözebilecek mi? yeni bölümü bekleyin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder