20 Temmuz 2011 Çarşamba

part 1:kırmızı kurdelayı takamayanlar-grubun doğuşu






"hayatın çok boktan bir yer olduğunu anladığımda henüz 7 yaşındaydım.öğretmenimiz beni tahtaya kaldırdı ve o güne kadar ailemin tüm çabalarına rağmen söyleyemediğim o harfi söyletmek için tahtaya kaldırdı."öğretmenim söylemiyorum."dedim."söyleyene kadar tahtadasın!" dedi gözlüklerinin arkasından bakarak.mecburen tahtaya kalktım ve söylemek için hazırlandım."benimle birlikte tüm sınıfta kahkahayı patlatmak için kendini hazırlamıştı.ama inanılmayacak bir olay oldu.tüm sınıfın gülmek için açılan ağızları şaşkınlıktan açık kaldı.tüm o yedi yıl boyunca söyleyemediğim harf ağzımdan tüm sınıfa şiir gibi yayılıyordu." falan dememi bekliyorsan sayın okuyucu böyle şeyler yalnızca romanlarda olur.bu ise bir gerçek hikaye.lütfen aptallaşmayın.neyse ben tahtaya kalktım ve tüm gün boyunca söyleyemedim.tabi bütün o aptal sınıfa malzeme oldum.o anlarda içimden geçen ilk duygu "canım öğretmenimin" ağzını burnunu kırmaktı.ama sonra düşündüm ki ne kadar yükselirsem yükseliyim başımda hep bir aptal olacaktı.buna şimdiden alışmalıydım."sanki dövmek istesen hocaya gücün yetecekti" diye şeyleri içinden geçirme sayın okuyucu.bunlar sadece küçük ayrıntılardı ve ben ise bunlarla meşgul olmak yerine gittim ve yerime oturdum.






4 yaşımda okuma yazmayı sökmeme rağmen söyleyemediğim harf yüzünden,aptal öğretmenlerin okumaya geçenlere verdiği kırmızı kurdelayı alamayan 4 kişiden biri oldum ve buda bana hayatın hiç de adil bir yer olmadığın öğretti.eğitim dedikleri şey buydu.henüz 7 yaşındaydım ve hayatın boktan ve adil olmayan bir yer olmadığını öğrenmiştim.teşekkürler "yüce eğitim sistemi.".bu dünyada sadece aptalların mutlu olabilceğini anlamak için benim kadar zeki olmanızada gerek yok.sadece şöyle bir çevrenize göz atın.eline dandik herhangi birşey alıp "düt,düüt!"diye oynayan aptal bebeklerin,annesinin ekmeğinin arasına koyduğu köfteyi yere düşürdükten sonra "oh be!çamurlu yere düşmemiş,ben bunu yerim ki."diye sırıtan aptal çocukların,okumaya geçip kırmızı kurdelayı taktıktan sonra dünyayı kurtarmış gibi kasılan aptal öğrencilerin mutlu olduğunu göreceksiniz.






ben ise artık adil olmamaya,bu boktan hayatın üzerine işemeye can atıyordum.bunun için kırmızı kurdela alamayan 4 arkadaşımıla bir grup kurmaya kara verdim.ben,ibrahim kurban,yusuf sultan ve isa göğeçıkan.benim ve ibrahim'in zekasına isa ve yusufun gücü eklenince kimsenin yan bakamadığı bir çeteye dönüşmüştük.hepimiz isyankardık,hepimiz kin doluyduk ve hepimizin en sevdiği kelime intikamdı." yazan kağıdı okuyan ibrahim kurban bana ters ters baktı ve "Allah aşkına nuh biz böyle çocuklarmıyız.ağzın çeksin inşallah.ne biçim grup hikayesi yazmışsın olum.bizi resmen mafya yapmışsın.koca hikayede kendini öv dur.bizim toplam satırımız iki satırı geçmesin.yok grubu kurmuşmuşta,yok kin doluymuşta,yok kırmızı kurdela alamamışta,kim inanır oğlum bu hikayeye?" dedi.



"kadir inanır." dedim kendimi tutamayarak.



"Allah belanı vermesin nuh.11 yaşına geldin hala yaptığın esprilere bak.ondan sonra köftesini düşüren çocuğa laf atıyorsun"



"haklısın ibrahim ya.o çocuğun yazdığı hikayeleri çok kıskanıyorum da."



"neyse nuh bu hikayeyi ben görmemiş olıyım.zaten grup kurmak için hikayeye ne gerek var.hepimiz ne güzel arkadaşız işte.isa ile yusuf'a hiç bahsetmeyeceğim.benim namaza yetişmem lazım.yarın görüşürüz."



"tamam dedim kendimden utanarak.bu çocuk böyle büyümeyi nerden öğrenmişti iyiki grubumuzda ibrahim var."diyerek eve doğru yürüyordum ki ibrahim arkadan "nuuuuuh!" diye seslendi.arkama döndüm.ibrahim:"herne kadar hikayesi sallama olsada grubun ismi güzelmiş dostum dedi.kırmızı kurdale takamayanlar.kulağa hoş geliyor...aferin...."



sırıttım ve yolda yürüken ne kadar aptal olduğumu düşündüm.çünkü bu dünyada yalnızca aptallar mutlu olur...

17 Temmuz 2011 Pazar

Sıradan Bir Gün Chapter 1

Pazartesi günü yine gelmiş çatmıştı. “Okul , dersler, örtmenlerim” diye düşünürken içimi inekçe bir sevinç sardı. Bu sevinçle hazırlanmaya başladım. Her zamanki gibi kurallara çok uygun giyindim pantolonum tam okul yönetiminin istediği tondaki griydi , beyaz gömleğim pantolonun içinde , kravat boğazımı sıkacak kadar çekilmiş ve siyah kunduralarımla örnek bir öğrenciydim. Tabi ki hiç çıkarmadığım okul ceketimi de unutmamak lazım. Son olarak da kabarık montumu ve içi kitap dolu çantamın iki kolunu takıp evden ayrıldım. Annem kahvaltı niyetine dünden kalma kuru köfteyi de ekmek arası yapıp elime tutuşturmuştu.




Ekmeğimi ısıra ısıra otobüs durağına yürümeye başladım, ben daha varmadan otobüsün duraktan hareket ettiğini gördüm ve başladım “tısır tısır” koşmaya. Koşarken bir köfte ekmeğimin arasından fırlayı verdi o an durur gibi oldum ama çamurlu yere düştüğünü görünce devam ettim eğer ki kuru yere düşseydi üflemek suretiyle yiyecektim onu. Kabarık montumun “hırş hırş hırş” , cebimdeki bozuk paraların dizime çarpıp çıkardığı “çüküde çüküde” , çantamdaki kalemlerin “çıkır çıkır çıkır” sesleri eşliğinde koşumu sürdürdüm. Otobüs şoförü acıdığından olacak ileride durdu.

Otobüs ağzına kadar doluydu o yüzden orta kapıdan bindim kapı çok zor kapandı ve kapanır kapanmaz aklıma pasomun çantamda olduğu geldi. Zaten elimdeki köfte ekmekten her yer buram buram kuru köfte koktuğu için “cık cık cık” tepkileri alıyordum bide nefes alacak yer olmayan orta kapı ağzında çantadan pasomu çıkarmaya çalışırsam ağzımı burnumu dağıtırlardı. O nedenle en iyisi şoför isteyene kadar beklemekti istemezse de beleş giderdim, bunları düşünürken “hı hıhı hıııı” diye güldüm insanlar tırstı benden. Ama göt göte gidiyorduk kaçacakları bir yer olmadığından sadece yerlerinde kımıldandılar o kadar.

Orta kapı ağzı o kadar kalabalıktı ki hiçbir yere tutunmadan kabarık montumun sağladığı konfor içerisinde gidiyordum. Ellerimi sadece ekmeğimi göğüs hizamda tutmak ve ara sıra ağzıma götürmek için kullanıyordum. Dibimdeki adam kokusundan rahatsız olduğundan burnunu olabildiğince uzak tutmak maksatlı havaya bakıyordu. “ne var la orda?” diye düşünerek kafamı kaldırdım ki “pıssst!” diye kapı açıldı ve ayağım sıkıştı. Kabarık montumla debelenirken karaya vurmuş balinalara benziyordum, insanlar neden bacağım kopuyormuş gibi tepki verdiğime anlam veremiyorlardı. Ben tüm bunları yaparken ayağı otobüs kapısına sıkışan her insan gibi sakince “kapıyı kapat!” diye değilde, ağlayarak “kapıyı aççğğğ! Imhh aççğ kapıyııı!” diye bağırıyordum. Sonra bir insan evladı “kapıyı kapat kaptan!” dedi ve kurtuldum.

Bir süre daha ağlamayı sürdürdüm ama baktım kimse benimle ilgilenmiyor sustum. Sonraki durakta kapı tekrar açıldı ve bir adam karşımda belirdi, sadece bana bakıyordu ben “fırk fırk” burnumu çekerekten “abi yer yok ki” diye sırıttım ama adam birden montuma saldırdı ve bastırarak montun hacmini yarıya indirdi böylece iki kişilik daha yer açtı resmen. Bu arada köfte ekmeğim az önce vuku bulan kaosta bu sefer hepten yere düşmüştü neyse ki otobüs zemini kuruydu üfleyip buğulu gözlerle kemirmeye devam ettim…

16 Temmuz 2011 Cumartesi

takip edilesi adamlar

murat menteş.onun yazar olarak kalitesini anlatmak için kelimeler yetmiyor.ama şöyle diyeyim,bence şu an en iyi türk yazarları listesinde ilk üçte rahatlıkla yer alır.ayrıca nuh tufan karakterininde yaratıcısıdır.şu sıcak yaz günlerinde kitap okumak isteyenler var ise murat menteş romanları "dublörün dilemması ve korkma ben varım"harika seçimler.size şöyle diyeyim,eğer beğenmezseniz sizin tuttuğunuz takıma geçerim.böyle de iddialıyım yani.şaka ediyorum ama bence murat menteş okunmalı.hayatınızın bir bölümünde boşluk kalmaması için...















quentin tarantino.muzır yönetmen harika senarist.onun filmleri kesinlikle karnaval sırasında bombalanan şehir gibidir.film başlarken herşey girift bir yapıdadır fakat anlatım tarzı bu giriftleri en ince ayrıntısına kadar anlatır.filmleri kadar film müzikleri de mükemmeldir.dahidir kendileri.yönetmen olmayıpta yazar bile olsaymış kitaplarıyla ünlü olabilirmiş.şiddeti öyle bir estetize ederki dayak yiyesiniz gelir.eğer izlemediğiniz filmi varsa bence vakit kaybetmeden izleyin.











onur ünlü.yönetmen,senarist,şair...ama en iyi yaptığı iş şiir yazmak.ah muhsin ünlü müstearı ile yazdığı şiirler fazla bilinmesede güzeldir.zaten birtane şiir kitabı mevcuttur.gidiyorum bu isimli kitap bütün kitapçılarda bulunmamaktır.o yüzden boşuna aramayın.kitapta bulunmayan son dönemde yazdığı resulullah'la benim aramdaki farklar şiiri biliyoruz eğitim kitaplarına giremiyecek ama son dönemde yazılmış olan en iyi şiirlerdendir.filmleri de türk filmi kalitesinin üstündedir.polis,güneşin oğlu ve beş şehir iyi filmler.bu adama dikkat edin.adından daha çok söz ettirecek.

imgesel izdüşüm

" tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset"








bugün aslında başka bir yazıyı yayınlamanın planını yapmaştım ama olmadı.zaten planladığım hiçbir şeyi de tam olarak planladığım gibi yaptığım olmadı.yine de planlamaktan vazgeçmiyorum.tanrıyı çok güldürüyor olmalıyım.neyse,zihninizde planlama yoksunu bir insan imgesi oluşturmak istemem.










imge dedim de aklıma geldi.günlük hayatımızda aslında kelimelerden çok imgelerin rol aldığının farkında mısınız?mesela bir arkadaşınız "ata bak lan" dediğinde aklınızda bir normal dört ayaklı beyaz kuyruklu falan bir hayvan mı beliriyor,yoksa başka şeyler mi?yada bayanlar için "taş" kelimesi neden sadece mücevher imgesiyle üst üste geliyor.şu diyaloğun günlük hayatta yeri var mı?






koca:"karıcığım sana tek taş aldım bak"






normalde iki saat bağırsan gelmeyecek olan kadın hızla önünüzde belirir.elinizde bir tane çakıl taşı vardır.yada yerde bulabileceğiniz herhengi bir taş.






kadın:"teşekkürler kocacığım,çok düşüncelisin..."






bu diyalog bir ütopya değil tabi sonunda "çat" diye bir ses çıkar ve taş erkeğin kafasında patlarsa...






işte bu yüzden tv,bilgisayar ve gazete günümüzde çok önemli.çünkü bu saydığımız aletler beynimizi bir imge bombardımanına sokuyor ve süzme fırsatı vermeden beynimize kaydediyor.artık "aziz yıldırım" denilince aklımızda şike,"sibel kekilli" denilince porno,"usame" denilince terörist,"yarak" denilince türlü türlü şeyler geliyor.bunlarla beynimizde kesin yargılar oluşturuyoruz.oysa ki azai yıldırımın uçu kesinleşmeden veya diğerleri hakkındaki bilgileri tam öğrenmeden.bilgi sahibi olmadan yargı sahibi olmamak için,imgelerin çağrışımlarına,tv ve bilgisayar ve gazeteye çok dikkat etmeliyiz.benden uyarması...










yarak:uzun namlulu tüfek, silah, gerekli araçlar, hazırlık, levazım, techizat anlamlarına gelir.




















NOT DEFTERİ






bugün trenlerin elektrik aksanını kontrol ederken bir anahatar lazım oldu ve mühendis dur ben veriyim dedi.o sırada kafasını kapıdan dışarı uzattı.nolduysa o sırada oldu ve trenin kapısı aniden kapanıverdi.adamın kafası dışarda vücudu içerde.bizler dışarıdayız,mühendisin diğer arkadaşları ve biz onu kurtarcağımıza,suratımızda anlamsız bir sırıtmayla birbirimize bakıyoruz.işin garibi kafası sıkışan mühendiste sırıtıyor.sonunda herkes kahkahayı koyverdi.çünkü herkesin aklında aynı imge...müjde arın kafasının kapı camına sıkıştırılması ve herneyse...mühendise diğer arkadaşları şöyle diyor:"neyse makinistlerle ustalar işlerini gördükten sonra seni kurtarırlar."










ramazan yaklaştıkça heyecan biraz daha artıyor.sıcak ramazan pidesinin kokusu ramazandan on gün önceden bile duyuluyor.






selam ve dua ile..





nokta.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Kamuoyuna Duyuru

Merhabalar... Uzun zamandır planlamakta olduğumuz siteyi kısa bir süre önce faaliyete geçirmiş bulunmaktayız. Bilfiil temelini attığımız günden beri az bir zaman geçmesine rağmen, elimizden geldiğince sitemizi doldurmaya, güncel tutmaya çalıştık. Bunun için kah daha önce kaleme aldığımız eserleri, kah yeni yazılmış eserlerimizi sizlere sunduk.

Şu anda platformumuzun halihazırda 5 üyesi bulunmaktadır: ben Misbah Suphi, Omar Bongo, Nuh Tufan, Fırınların Tanrısı Fornaks ve Oğuz Dikmen. Bu kadrodan bazı arkadaşlar özel işlerinin yoğunluğu sebebiyle henüz sitemize gereken ilgiyi ayıramamaktadırlar. Omar Bongo ve Nuh Tufan'a şimdiye kadarki gösterdikleri ilgi, aktif tutum ve ortaya koydukları başarılı eserleri için bir teşekkür borçluyum. Kısa bir süre sonra da, diğer yazarlarımızın faaliyet göstermesiyle tam kadro karşınızda olmayı umuyoruz. Ayrıca şu anda 5 kişiden oluşan ekibimiz çok yakında sürpriz yazarların da aramıza katılmasıyla genişleyecek, büyüyecektir.

Sitemizin bazı eksikleri olduğunun farkındayız. Bunları da yazar kitlemizce yaptığımız olağan toplantılarda görüşerek, en kısa zamanda düzeltmeye ve sitemizi en güzel haliyle beğeninize sunmaya kararlıyız. Siz okuyucularımızdan da gelecek olumlu ve olumsuz eleştiriler, görüş ve öneriler bizi mutlu edecektir.

Saygılarımla..

- Asosyal Bilimler ekibi adına, Misbah Suphi

12 Temmuz 2011 Salı

Misbah'ın sarı beneğine yansımalar -3

*ufak çocukların dakikalar boyu gözünün içine bakarak kitlenmesi kadar iğrenç bir şey daha varsa o da misafir evinde ayağa yapışan karpuz çekirdeğidir.


*evlenen kadınların ilk soyadını evlendikten sonra da kullanma çabası ataerkil topluma bi başkaldırı olsa da toplumumuzun bu yapısını zedelemeye yetmediğini, doğurduğu çocuğun yalnızca kocasının soyadını alıyor olmasından görebilirsiniz. kızlık soyadınızı kullanmayın demiyorum hobi olarak yine kullanın...


*yeni başlayanlar için şizofreni: günümüz şizofrenisinde ilk adım, msn listene kendini eklemektir.

*en sevdiğim söz öbeği: "bir takım çevreler". ne kadar güzel bi laf değil mi yaa, insanın her cümleye serpiştiresi gelmiyo da neyi geliyo...

*nasıl zengin oldum? üçün beşin hesabını yaptım...

*çocukluk sanrıları:  "duayen"i hoca gibi, imam gibi bişey sanardım ben. dua geçiyo ya içinde, "iyi dua okuyan, çok süper duacı." gibi bi anlama geldiğini sanardım. sonra televizyonda "büyük duayen bülent ersoy" türü şeyler duyunca şaşırır kalırdım. ahaha.

*toygar ışıklı'nın tipi ilk defa görüp "tam da beklediğim gibi..." demiş olan, sükunetle karşılayan, "sesi adeta fiziğine yansımış, maşşallah" diye düşünmüş olanların tamamının nüfusumuza oranı %0,21'e filan yakınsıyormuş.

*hapşurma sonrası "çok yaşa" denildiğinde "saol." diyen insanlara içten içe kıl oluyorum. "çok yaşa"nın cevabı "sen de gör"dür, olmadı "hep beraber"dir...

*kedi uzanamadığı ciğere mundar/pis dermiş: olmayana yergi.

*yalnız doksanların da ne ekmeğini yediniz be... 90'larda çocuk olmak, 90'lara dair unutamadıklarımız, 90'lı yılların şarkıları, 90'ların şusu, 90'ların busu diye diye avunduk durduk. "doksanlar" denildi mi ortamda çatalın bıçağın konuşası geldi.




11 Temmuz 2011 Pazartesi

Misbah'ın sarı beneğine yansımalar - 2

*Tek mesajda 50 soru sorduktan sonra, gelen cevap metninde eksiksiz tum sorular sırasıyla yanıtlanmışsa gözlerim dolar.
Örn cvp: merhaba. İyiyim saol, sen naslsn? Teşekkür ederim. Estağfurullah. Evet. Ahaha cok şakacısınız. Yok tam olarak oyle değil. Yapalım o dediğini. Gecmis olsun, bu ara salgn war...

*like'ların en asilidir TEPKİ LAYKI.

*ilerde şiir yazmaya kalkışırsam ilk şiirimin ismi "Ayran Bıyıklım" olur. çok içli anlatırım ayran içmiş bıyıklının anlık ağaran bıyık tellerindeki hissiyatı.

*Eğitimin önemine zerre kadar inanmayan, okulu bırakıp ticarete atılsam beni alnımdan öpeceğine emin olduğum dedemin posta kutusuna "Education First" isminde bir dergi gelmiş olmasıdır, ironi...

*eskiden otobüslerde dolmuşlarda falan bi laf vardı, "beğenmiyorsan taksiye bin." miydi, neydi... soft tacizi haklı göstermeye çalışan çakalsı bi laf değil mi bu yaa?

*en sevdiğim atasözü: hırlı sıvar, hırsı zıvar. ne güzel demiş atalarımız...

*bir DF uğruna ya rab... ne maviler görünüyor.

*insanlarda "sakatat"a "iç organ" diyerek kimi kandırıyoruz allah aşkına? peki ya hastanelerdeki sakatatsal hastalıklara bakan birime "dahiliye" demenize ne demeli?

*yönler sarmış dört bir yanımızı. hepimiz pusula gibi, yer kürenin merkezi gibi insanlarız düşününce...

*tek yol evrim. maymunların gidişatını pek beğenmiyorum...

10 Temmuz 2011 Pazar

Misbah'ın sarı beneğine yansımalar

bu bölümde gündeme dair bir takım yorumlar, hayata dair bir kısım tespitler yapmayı ve olaylara dair "gelin bir de şu açıdan bakalım mı" sorusuyla karşınıza dikilmeyi düşünüyorum. burada yazdıklarımın hepsini "gerçekten düşündüğüm için" yazdığımı söyliyemem. tam aksini düşünmeme rağmen sırf geyiğine yazmış olabilirim. ilk başlarda, daha önce feysbuk, twitter ve sözlük gibi farklı platformlarda yayınlamış olduğum yazılarımdan derleme ya da yararlanma yapıcam. zamanla sırf blog için tespitsel geyiklemeler üretmek ve bunları Misbah'ın Sarı Beneğine Yansımalar ismi altında sizlerle buluşturmak azmindeyim. esen kalın.


*"fenerliler şikeci", "fenerliler isyanda", yok efendim "geçen sene 2 dk kutladınız bu sefer 2 ay." ; öte yandan "bizi çekemiyosunuz antifenerliler, şike iddialarıyla imanımız kuvvetleniyo"lar... abi neyin savaşını veriyosunuz? "ben daha uzağa işerim." tamam mı. noktayı koymak istiyorum burada.

*fenerbahçe'nin sözde şike iddiaları eğer doğrulanırsa ve fenerbahçeye bazı yaptırımlar uygulanırsa bu durum şuna benzer: hani bazen sınavda tüm sınıf kopya çeker de, bir kişi yakalanır. sonra kabak onun başına patlar... durum tam olarak öyle.

*Hilal Cebeci'nin göğüsleri hâla yemin etmemiş, sütyeninde de şike varmış. son 1-2 haftadır gündem bundan ibaret.

*Kuru fasulyenin bile 'pilav üstü'nden siyaset yaptığı bir ülkede yaşadığınızı asla kafanızdan cıkarmayın. Objeler veya kuramlar uzerinden prim yapmak pek cok siyasetcimizin temel prensibidir.

*"9 aylık" oyununun dış güçler tarafından ulusumuz çocuklarına empoze edilmesindeki yegane amaç, annelik kurumunun zedelenmesidir. geleceğimizin teminatı olan yavrularımızın bilinç altında, en asil duygunun insanları olan anneleri tü, kaka, pis, kötü olarak tanımlamak, bizleri sahip olduğumuz en kuvvetli bağ olan aile bağımızdan biraz olsun uzaklaştırmaya çalışmaktır.

*sevgili fen edebiyat fakültesi öğrencileri... "öğretmen mi olucan" diye soran bilhassa teyzelere "evet" deyin, kırmayın onları. lafı da fazla uzatmayın...

*aslında karpuz iyi de çekirdekleri kötü.

*renkli fotoğrafı icad eden kardeşimizin bugün 5 dakkalığına feysbuk hesabı olsaydı, "boşuna uğraşmışım lan..." demez miydi? "siyah-beyaz ve sepia yetiyormuş, niye kasmışım ki ben bu kadar yaa" diye kahrolmaz mıydı?

*mutluluk ve huzur, ayaklar yardımıyla yorganı evirip çevirip doğru tarafını bulduğun andır benim için...

*bari çaya kahveye su katıp hile yapmayın ulan... 3 kuruş para kazancaz diye yaptığınız işe bak!

absürt teoriler 2---yer çekimi meselesi








sevgili okuyucu,bugün size yıllardır yanlış bilinen bir meselenin gerçeğini açıklayacağım.mesele malum "yer çekimi" meselesi.hikaye ise tam bir saçmalık.newton ağacın altında uyuyormuş.kafasına elma düşmüş.bu elma niye düştü deyip,yer çekimini bulmuş.sevgili okuyucu demezlermi adama "ne biliyon olum yerin çektiğini,belki de gök itmiştir.senin bu teoriden bi tırt olmaz.git dersini falan çalış,boş boş şeylerle uğraşma" diye.yok dememişler.aziz okuyucu bu avrupanın alayı tırt.bizde olsa o newton o teoriyi açıkladığında onu itin malum yerine sokarlardı.ama neyse ki bizler daha ölmedik.newtonun bu teorisinin saçma sapan olduğunu,onun yerine içinde hiçbir saçmalık barındırmayan "gök itimi" teorisini şekillerle ve formulasyonuyla açıklıyorum.ana mantığıyla şöyle:cisimler birbirlerini uzaklıklarının karesiyle doğru orantılı olarak iterler.bu durumdan yola çıkarak gök bizi uzaklığıyla doğru oarantılı olarak iter.yerde iter.gök daha uzak olduğu için yerde kalırız.göğe doğru çıkarken ise yere olan uzaklığımız artcağı için,bir mesafeden sonra yer itimi gök itiminden büyük olacak ve havada kalıcağız.








bu teoriyle bağlantılı olarak ise arşimed'in banyo yaparken bulduğu suyun kaldırma kuvveti ile yer çekimi arasındaki çelişkileri ortaya koydum.şöyleki:yer çekimi var ise yer,suyuda çeker.ozaman su nasıl tası kaldırma kuvveti uygular.saçma sapan sayın okuyucum işte.tam olarak anlaşılamıyor.








fakat gök itiminin formulasyonunu kurarken hazırladığım tasın ittirme kuvveti herşeyi zihninizde yerli yerine oturtuyor.şöyle ki:








gök tası iter,tas bu itişle ivmelenir ve suyu iter ve hacmi kadar yukarı kaldırır.herşey gayet açık ve net.yukarıdaki şekilde de ayrıntılı olarak herşeyi görebilirsin sayın okuyucu.bana bu fırsatı veren rabbimede şükürler olsun.newton'la arşimed'ten almış da bana vermiş.sakın ola kıskanmayın,çalışın sizin de olur...










NOT DEFTERİ





Geçen gün bir arkadaşıma geyik olsun diye:"neden sarı taksilerin üzerine plaka yazıyorlar?"dedim.





"Taksi takla attığında altta kalan kişinin kendisini ezen arabanın hangisi olduğunu tespit edebilsin diye" dedi.daha da bişey diyemedim.adamdaki hayal dünyasına bak ya...





en son kandilde hal hatır sormak için dedemleri aradım.telefona ilk önce babannem çıktı.sonra paralel telefondan dedem açtı.babannem nasılsınız dedi.dedem paralelden:





"iyiyiz siz nasılsınız "diye cevap verdi.babannemde "çok şükür bizde iyiyiz" falan dedi.ve beş dakika boyunca birbirleriyle konuşup en sonunda hadi "hayırlı kandiller" deyip telefonları kapattılar.bense telefonun diğer ucundagülmekten ağzımı açamadım...hala kendimde değilim...





burdan eve aç gelip "yemekte ne var,anne" diye soran yavrularına "saymakla bitmez,yavrum" deyip sonrada önlerine bulgur pilavı getiren bütün anneleri kendi vicdanlarıyla başbaşa bırakıyorum...





selam ve dua ile..





nokta.










8 Temmuz 2011 Cuma

"Uyandım"la Bitmeyen Bir Hikaye



       part 1:   okulun son günü ve yıkılan bazı tabular


5 yıldır beklediğim gün gelip çattı işte. Bugün, üniversitedeki son günüm. Anasınıfını, hazırlık sınıflarını ve üniversitede uzattığım bir yılı da sayarsak tam 19 yıllık akademik kariyerime nokta koyduğum o büyük günü yaşıyorum… Girdiğim her ortamda bir arsız gibi “bitse de gitsek yeaa” muhabbetini yaptığım o ilim-irfan dünyamın kıyamet günündeyim ve içimde bir burukluk var. Sevineceğim, göbek atacağım diye düşünürken garip bir hüzne gark oldum.

Çardakta Arif ve Gökhan’la oturmuş, “üniversite dedikleri bu muydu?” temalı duygusal konuşmalar çeviriyorduk ve hepimizin başı eğikti. Gökhan kopardığı ot-çöple oynuyor, Arif ise sızan gözyaşlarını gizlemek için olacak, güneş gözlüğünü geçiriyordu gözüne. Okul, “yuppii 2’ye geçtik!”, “ilk F’imi aldım yaa. Neyse, o dersi de alttan alırım artık..” gibi “seneye de buradayız lan biz, haberiniz olsun. Ezikler sizi…” anlamını taşıyan nidalar eşliğinde yavaş yavaş boşalıyordu…

Hiçbirimiz, “abi okul boşaldı, biz de gitsek ya…” demeye cesaret edemiyorduk. Biliyorduk ki şu kapıdan“öğrenci” olarak çıkmak var, girmek belki yok, varsa da “sokaktaki adam”  sıfatıyla vardı. Niteliksiz, sıradan, boş beleş adam işte… Kapıdan çıktığımız anda artık buraya ait insanlar değildik. “0501.03021” değil, “gözlüklünün yanındaki mavi kazaklı” olacaktım bir başka deyişle.

“insan yaşadığı çevreye hiç de kolay alışamıyor aslında. Benimsemesi bazen yıllar sürüyor. Sonra ansızın, tam da alışmış bağlanmışken seni o çevreden koparıyorlar be üstad.” Dedi üstadların üstadı Gökhan Yıldırır, uzun bir sessizliğin üstüne. Adamlıkta sınır tanımayan ünsüz düşünür Arif Alamaz da "bünyene her gün düzenli olarak uyuşturucu madde enjekte ediyorlar, sonra bir anda kesiyorlar gibi, ve bir daha isteyemiyorsun buna hakkın yok, düşününce..." şeklinde yerinde bir tespit yaptı. Çardak bomboş, podyum tabir edilen bölgede ise çıkışa doğru ilerleyen tek tük öğrenciler vardı.

“Ben okulu son defa bir dolaşayım, sonra yavaştan kaçalım.” Dedim ve kalktım. Binanın içi de bomboştu. Çıt çıkmıyordu. Yürürken burada geçirdiğim yıllarım, film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu, duygu doluydum.


“Her bir köşesi anı dolu okulumun... Çok acımasızsın be diploma, “kep”in batsın!” diye düşünürken“Pişşşt! Lan!” sesiyle irkildim. Sağa, sola, sonra tekrar sağa baktım fakat sesin kaynağını çözemedim.“sesime gel.. yukarı bak!” diye fısıldadı bu defa aynı ses. Merdiven boşluğundan yukarı baktım. Sesin kaynağı Ethem Baş’tı. “kenara çekil, tükürücem.” Dedi. “aman hocam”, dedim. Şakası yoktu. Zemine olan mesafesi yaklaşık 10 metre olan bir yükseklikten serbest düşmeye bırakıverdi dudaklarının arasından hafif mukuslu salgıyı. Yere yapıştı tükürcük. “yukarı gel, seninle konuşmak istediğim şeyler var.” Dedi. “Peki hocam” demekle yetindim ve merdivene davrandım.


Bulunduğu yere, 3.kata, hocaların ev sahibi, öğrencilerin ise deplasmanda olduğu yere geldim. “bu güne kadar birbirimizi çok üzdük be misbahım.” diye girdi konuşmaya eski dekanım eliyle omzuma hafifçe vururken. “insan elindekinin değerini bilemiyor laaan.” Dedi. Ben sadece başımla onaylıyordum dediklerini. “hani ilişki boyunca sayar söversin de, ilişki bittiğinde vah tüh dersin, etmeyeydim dersin ya…” dedi, “işte o sancıyı çekiyorum galiba ben.”. “estağfurullah hocam haklısınız.”Diye saçmaladım saçma sözlerine karşılık. “ilişki bittiğinde laf ettirmezsin eski sevgiline.” Dedi. “yer yer…” dedim. “yanlış anlama ama seni aslında hep sevdim. Hani büyük aşklar nefretle başlarmış ya…ehehe ahaha” dedi. “doğrudur hocam” diyip tebessüm ettim. “sana reddedemeyeceğin bir teklifim var”, dedi ve ekledi, “var mısın lan, bugün geçmişe bir sünger çekip, birbirinden acımasız geçirdiğimiz 5 yıla inat felekten bi gece çekelim.”.

Beni bilenler bilir,  bu okulda eğer 1 tane adamdan nefret ediyorsam o da Ethem Baş’tır. Ama okulu bitirmiş olmamın bünyemde oluşturduğu duygusal fırtınadan mıdır, yoksa karşımdaki insana “hayır” demeyi pek beceremediğimden midir bilmiyorum, dekanın teklifini kabul ettim. “Fakat hocam”, dedim, “aşağıda arkadaşlar bekliyor. Onlarla da bişeyler yapacaktık. Eğer mümkü..” dediğim anda “hay hay Misbahcığım, başımla beraber. onlar da gelsinler. Kalabalık daha iyi olur, daha çok eğleniriz.” Dedi.“Peki.. Nereye gidelim hocam?” şeklindeki soruma, “Hiç mekan düşünmeye gerek yok. benim ev boş. Bana gelin.” Dedi. Hayır olsun inşallah, bu gecenin sonu nereye doğru gidiyor çok merak ediyorum diye düşünerek yanından ayrıldım. Tabii ki ev adresini alıp, buluşma saatini de ayarladıktan sonra…


-          bölüm 1 sonu    -

7 Temmuz 2011 Perşembe

Feysbuk kullanıcılarının ekseriyetle geri zekalı olma eğilimi


mezar taşlarını çok okumanın zeka geriliği yaptığı iddiasını pek çoğunuz bir şekilde duymuşsunuzdur. anneniz, babanız, kardeşiniz veya herhangi bir arkadaşınız, "mezar taşlarını okuma, unutkanlık yapıyormuş." şeklinde sizi muhtemelen uyarmıştır. bu iddianın kesinliği var mı bilmiyorum. fakat eğer bu iddia tutarlıysa ve doğruysa, facebook da zeka geriliği yapıyor olmalıdır. çünkü ikisinde de kafanın bir sürü fuzuli isim soyisimle dolması olayı var. birinde "x y, ruhuna fatiha" , diğerinde "x y , takipçilerini deşifre etti"  var. mantık aynı. 



hepiniz belli bir kültür seviyesinden geçmiş insanlarsınız, bunu anlamakta güçlük çekeceğinizi sanmıyorum. hatta feysbuk olayı daha ciddi ve daha tehlikelidir. zira feysbuk kullanıcılarının %78'i günde en az 1 kere, %60'ı günde en az 3 kez feysbuğa girmekte, ahmet çavuşoğlu ve selin çeliktepe'nin takipçilerini deşifre etmesini pürheyecan beklemekte, deşifre ettiğinde de "hehe birinciliği kaptım bırakmam:)"  yorumu eklemektedir. oysa kırk yılın başı yolunuz anca bir kabristana düşmektedir, inkar etmeyin. tabii istisnalar hariç konuşuyorum, kimse bana "evime giderken mezarlıktan geçiyorum her gün"  diye mesaj atmasın.. neyse efendim konu dağılmasın.. lütfen zihninizi bir yoklayın. en son 5 yıl önce gördüğünüz lise arkadaslarınızın, hatta en son 10 yıl önce gördüğünüz ve şu anda size hiç bir yararı dokunmayan ilkokul-ortaokul arkadaşlarınızın soyadlarını nasıl da takır takır biliyorsunuz. bilmek zorundasınız; çünkü 3-4 günde bir video paylaşıyor, profil resmini değiştiriyor, sizi dürtüyor. siz o paylaşımları beğeniyorsunuz ve soyadı nasıl da gözünüze sokulurcasına ekranınızın tam ortasında duruyor. feysbuk, mezar taşı okumaktan daha tehlikelidir. zeka geriliği yapıyor veya yapmıyor, bilmem, bilemem. orası bilim adamlarının işi. hurafeyse de hurafe. ama size sittin sene yararı dokunmayacak olan ilkokul arkadasınızın soyadını ve içinde bulunduğu karmaşık ilişkisinin kahramanını ezberlemeyi bırakın. faydasız ilimden allah'a sığının ve faydalı ilim arayın...

(
24.3.2010 tarihinde kaleme alınıp, daha önce bir kaç farklı ortamda yayınlanmıştır.)

3 Temmuz 2011 Pazar

absürt teoriler 1---maymun meselesi




İnsanın kökeni hakkında her devirde farklı iddialar ortaya atılmıştır.Bunların en ilginci ise iddiacılarını bile şüphede bırakan "evrim teorisi"dir. Eğer atamızı "ben tanrıya inanmıyorum arkadaş illa bir hayvana dayandıracağım."diyenlerdenseniz, size nacizane bir önerim olacak. bu teori için ayı,maymundan daha makul bir hayvan çünkü:

-ayı,insanlar gibi özel hayatlarını hemcinslerinden gizlerler. maymun gibi her şeyi aleni değildir. -ayılar, yavrularını cezalandırmak isterlerse tokat atarlar.

-ayılar iki ayak üzerinde koşabilen tek hayvandır.

-çocuklar, oyuncak olarak genellikle ayıyı tercih ederler.

-hepimizin bildiği atasözümüzdeki bahtsız bedevi ile ilişkiye giren hayvan bir ayı çeşididir.

ayrıca darwin ustanın açıklanmayan mektuplarında arkadaşlarına hitaben:

"lan kitapları sattırmak için kiliseyle polemiğe girmek gerekiyordu.bende bu teoriyi attım ortaya.şimdi düşününce bu teori çok saçma geldi lan bana.bunun yerine herhangi başka bir teori daha akıllıca olurmuş.mesela insan soyunun ayıdan geldiği...hem karımda sinirlenince ayı diyor bana...evet,evet!eğer ölmezsem insan soyunu ayıya dayandıracağım...(insan soyunu ayıya dayandıracağım derken hemen yanlış anlamayın olum...hehehehe)...tanrı hepimizi affetsin..." dediği tüm bilimadamları tarafından biliniyor.

biliyorum benim yaptığım darwin ustanınki gibi pek bilimsel(!) değil ama, sanki daha makul. şaka şaka inanmayın siz bana maymunda komik hayvan.






NOT DEFTERİ

geçen gün yolcu otobüsünde;

"hanımefendi,lütfen telefonunuzu kapatırmısınız?arabanın abs sistemi bozuluyor." diyen muavine,avazı çıktığı kadar bağırarak "aaaa,neden ben kapatıyormuşum ayol?sen abs'ni kapat!"diyen bayanıda gördüm ya muhterem okuyucu,artık ölsemde gam yemem.



selam ile..

nokta.